
- 10:00 Akkuş Belediyespor finallerde
- 17:12 Aşı yaptırmayana para cezası!
- 17:08 Dolmuşlarda yüzde 50 sınırlama!
- 16:52 İş Merkezi ihalesi 19 Nisan’da sonlanacak
- 16:48 Ünye Kızılay’ın Gençlik Kolları kuruldu
- 16:44 Müze Ev bağışçısı Prof. Dr. Melih Aktan vefat etti
- 14:35 Karavanda Ramazan’a ilgi büyük
- 14:23 Avrupa 3. sünden Borsa’ya teşekkür ziyareti
- 14:18 Tabip Odası doktora şiddeti kınadı
- 14:05 Gündoğdu ve Kıran’dan anlamlı ziyaret!
- 13:57 Vaka sayısında kendi rekorumuzu kırıyoruz!
- 13:53 21 lira asla fındığın değeri değil
- 13:47 Vali Sonel’den Korgan’a ziyaret
- 11:10 Kayalıklardan düşen vatandaşı itfaiye kurtardı
- 10:56 Akkuş Belediyespor Efelerligine adım adım
Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?

Fındık Fiyatı
HEYCANLI BİR 'PITIK' (MİSKET) ANISI... -“KARAGÖZ’Ü SATMA OĞUL!”- 3. BÖLÜM VE “ÇİZGİ ÇİZGİ, SÖYLE BANA...”

HEYCANLI BİR 'PITIK' (MİSKET) ANISI...
Çocukluğumuzun vazgeçilmez oyunuydu pıtık (misket, bilye, gazoz, cicili… Siz her ne diyorsanız.)
Mahallede oynadığımız bu oyunu daha fazla kişiyle oynama şansını yakalamak için Ünye Cumhuriyet Meydanı’ndaki eski Adliye’nin önündeki sert toprak zemine kadar taşırdık.
1970'li yılların sonları. Adliye’nin önü tam bir curcuna. Çocuk kaynıyor toprak alan.
Cebinde pıtığı olan, kendi dişine göre rakip arar, rakibin elindeki son pıtığı alana kadar da mücadele ederdi.
O zamanlar, genelde ‘Kurma’ dediğimiz oyun şeklini oynardık; herkes kendi tarafında yere belirli aralıklarla pıtık koyar, daha sonra yere iki çizgi çekilir.
‘EMEN’ DENİLEN BU ÇİZGİYE AYAKTA PITIKLAR ATILIR. ÜST ÇİZGİYE KİM DAHA YAKIN ATARSA OYUNA BAŞLAMA ÖNCELİĞİNİ O ELE GEÇİRMİŞ OLURDU.
Herkesin kendi renk zevkine göre belirlediği bir ‘El Pıtığı’ olurdu. Daima oyun boyunca bu pıtığı kullanırdı. Daha sonraları ‘Baş’ ve ‘Amerikan Oyun’ çeşitleri de çıktı. Ben o oyun biçimlerini hiç sevmedim. Çok pıtıkla oynan bir oyundu. Bir anda pıtıklarının tümünü kaybetme tehliken vardı.
Ama ‘Kurma Oyunu’ öyle değildi. Bir de uzun süre mücadele etmen gerekirdi kazanmak için. Yere çöker, elin yerde olacak şekilde kurduğun pıtığı hedef alarak atardın. Bu oyun saatlerce sürebilirdi. Rakibin son bir pıtığı kalırsa, onun yerine pıtıkları yere sen kurar, kazanırsan rakibin elindeki son pıtığı almayı da hak ederdin.
BİR ÖĞLE SONRASI ADLİYENİN ÖNÜNDE SOLUĞU ALDIM. CEBİMDE AZ DENECEK SAYIDA PITIK VARDI.
Yani biraz zayıf rakip bulup pıtıkları çoğaltmam lazımdı. Birkaç oyun oynadım. Hatırı sayılır şekilde de pıtıklarımı çoğalttım. Yürüdükçe cebimde şıngır şıngır ediyordu pıtıklar. Her renk vardı.
Çok mutluydum. Ama biraz sonra başıma gelecek şeylerden habersizdim…
Bendeki pıtıkları gören benden yaşça büyük, başka mahalleden bir arkadaş beni gözüne kestirmiş olacak ki hemen oyun teklif etti. Kabul ettim ben de… Akşam olmasına da bir saat ya var ya yok.
Biz başladık oyuna…. Bir o kazanıyor, bir ben kazanıyorum. Oyuniyice kızıştı. Benim şansım yaver gitmeye başladı. Arkadaşa darbe üstüne darbe vuruyorum. Arkadaş da biraz agresif ve kavgacı bir tip. Yenildikçe sinirlenen biri.
Akşam karanlığı çöktü…
Ben bunu bayağı bir üttüm. Artık Adliye’nin önündeki aydınlatma direğinin solgun ışığında oyuna devam etmeye başladık. Adliye önünde kimse kalmamıştı. Kırkpınar’ın yenişemeyen iki pehlivanı gibi çarpışıyorduk. Elinde kalan son pıtığa kadar aldım ben bunun pıtıklarını... Akşam olduğunu söyleyerek, “eve gideceğim ben” dedim.
KAYBEDİNCE, YAVAŞTAN KAVGACI YANINI GÖSTERMEYE BAŞLADI BU AKSİ ARKADAŞ.
“Elliğime kur!” dedi sinirlice, “bu oyunu da alırsan gidersin!” Kurdum ‘Elliğine’ bunun, ister istemez. Bu oyunu o kazanınca elliğini kurtardı. Benim moralim bozuldu bu sefer… Peş peşe kaybetmeye başladım. Solgun ışık altında pıtıkları zar zor görüyoruz. Meydanda da kimse kalmadı artık. Arkadaşın kaybettiği pıtıkları almadan gitmeye de hiç niyeti yok. Anaaa! Aldık mı lan başımıza bir bela!
Neyse, ben taktik yapıp, biraz gevşekten almaya başladım oyunu. Bu, kaybettiği bütün pıtıkları geri kazanana kadar oyun böyle devam etti. Kaybettiği pıtıkları geri alan bu arkadaşın sinirleri de çok şükür yatıştı biraz.
Kaybettiği pıtıkları geri kazanınca, oyunu bırakma teklifimi kabul eden bu agresif arkadaştan ayrılıp, siide siide Hamidiye’nin rampasına dayandım.
Ay gidi ayy! Yokuşu çıktıkça cebimde kalan pıtıklar da ne güzel şıkırdıyordu!
Bundan sonra benden büyük kişilerle pıtık oynamamam lazımdı arkadaş!
“Yarın erkenden Adliye’nin önüne inerim” düşüncesiyle adımlarımı eve doğru hızlandırdım…
**********************************************
“KARAGÖZ’Ü SATMA OĞUL!”- 3. BÖLÜM
Gabukluk sahnemizde Karagöz perdemiz yani “aynamız” artık hazırdı…
İlkokul Türkçe kitabımdaki Karagöz-Hacivat figürlerini kopya kâğıdıyla bir mukavvaya aktarıp, itinayla kesip boyadım. Figürlerin eklem yerlerini ayırarak birbirlerine inşaat teliyle bağlayıp, taktalı (uçurtma) çıtalarından kısalttığım oynatma çubuklarına raptiyeyle çaktım.
Son olarak, perdenin arkasına, Karagöz-Hacivat’ın mucidi Şeyh Küşterî Hazretlerinin meşhur ‘hakikat mumunu’ yaktığımda ise, artık “Hayâlî Küçük İsmail”in hayâl perdesi, gabukluk sahnesinde ilk oyununa hazırdı.
Şimdi düşünüyorum da; nasıl cesaret etmişiz, o, anında parlayıp yanabilecek fındık kabuklarının üzerinde titrek ve iğreti mumlarla Karagöz oynatmaya…
Artık gösteri günü gelmişti.
Kız kardeşim Fatma, ellerimizle çizip boyadığımız biletleri gabukluk kapısında kesiyor ve ücret olarak da 1 liraları tahsil ediyordu.
İlk gösteriyi Türkçe kitabındaki Karagöz metnini, iğreti bi şekilde dizimde açarak, mum ışığında zar-zor okuyarak yapmaya çalıştım ama bu hem çok zordu hem de kimse gülmüyordu! Dizimdeki kitabın yere düştüğü an ise, hayattaki ilk doğaçlamamı yapmış ve mecburen ilk hikâyemi de yazmıştım. Yaşasın! Seyirci gülüyordu artık!
Kahkahalar patladıkça, fındık kabuklarının arasından fırlayan minik fındık fareleri de sağa sola kaçışmaktaydı. Ama bu kimsenin umurunda değildi.
Çünkü oradaki herkes, hayatımızın en mutlu anlarını yaşıyorduk…
3.BÖLÜMÜN SONU
**********************************************
“ÇİZGİ ÇİZGİ, SÖYLE BANA...”