15 Kasım 2021 Pazartesi Saat: 08:30
Osmanlı Devleti, yıllarca daha önceki bazı uygarlıklarda mevcut olan ve bir taraftan
kolay yönetilebilir küçük köylü yapısının korunması bir taraftan da sipahilerin
güçlenmesini önleyen tımar sistemini yüzyıllarca uygulayagelmiştir. Bu sistem, savaş
ekonomisinin merkezi hükümete yük getirmesini önlediği gibi tarımsal üretim ve vergi
gelirlerinin sistemli bir şekilde icra edilmesine olanak sağlamıştır. Yönetime hiçbir
dönemde muhalefet olmayan ya da olamayan küçük köylülük, geliştiremediği
muhaliflikten dolayı gerici, onun ehlîleştirilmesi, modernleştirilmesi adına
topraklarından göçe zorlanması ilericilik olarak tanımlanmıştır.
Türkiye’de seçim sandığındaki ağırlığı ve çok partili siyasal rejime geçişte tarımsal
üretici artışlarının etkisiyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarım sübvansiyonları fiyat
desteklemeleri artış eğilimi göstermiştir. 1980 sonrasında ise ekonomik krizler, mali
kaygılarla birlikte artan dış baskılar neticesinde destekleme modellerinin yavaş yavaş
terkedilmesi gündeme gelmiştir.
Eksiklik, son yıllarda mali yükü bir hayli yüksek olan eski politikaların
terkedilmesiyle oluşan boşluğun siyasal iktidarlar tarafından, yeterince güçlü ve kendine
özgü politikalar üretmek yerine bazen kendiliğinden bazen de uluslararası kuruluşların
direktifleri doğrultusunda politika transfer edilerek doldurulmasıdır.
Her ülkenin kendine özgü yapısı dolayısıyla oluşturdukları tarım politikaları
çerçevesinde desteklemek zorunluluğu hissettiği tarım, geçmişte olduğu gibi yaşanılan
anda ve gelecekte de stratejik önemini her zaman koruyacak bir alandır. Beslenme
koşulları sağlanamadığı sürece diğer gelişimler bir noktada insan faktörü dolayısıyla
tıkanacaktır. Türkiye özelinde uygulanmaya çalışılan tarım politikalarında da üretim
artışında süreklilik hedeflenirken maliyetin ağırlığı ve hedef kitleye ulaşımda yaşanan
sorunlar mevcuttur.
Tarımda hâsıla bakımından gelinen noktaya rağmen net ithalatçı konuma oturan ve
gıda güvenliği riskinin her geçen gün arttığı Türkiye, üreticinin üretimden çekilmesi,
Görülüyor ki modernlik; kimim, neyi, ne kadar paylaşılacağının betimlendiği zamanlama
periyodudur. Bu doğrultuda, IMF, DB ve AB gibi kuruluşların direktifleriyle belirlediği politikalar yerine
kendi kültür, arazi ve iklim coğrafyasına özgü yerel bir politika belirlemek zorundadır.
Sorun, hâsıladaki ya da salt üretimdeki başarının üretim dışı alanlara
yayılamamasıdır. O nedenle verimlilik kadar önemli olan diğer parametreler kalite, katma
değer, markalaşma, ar-ge, inovasyon ve pazarlama stratejileridir. Yaklaşım tek boyuttan
ilerleyen tümevarım değil diğer etmenlerin de içinde olduğu bir bütüncüllük olmalıdır.
Son yıllarda tarımsal nüfusun kentsel nüfusa oranla daha az eğitim olanaklarına
sahip olduğu, bu nedenle eğitim olanakları başta olmak üzere diğer imkânların sağlandığı
kent yaşamına olan akımı dolayısıyla, kırsalda yaşayanların yaş ortalamalarının giderek
yükseldiği bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Ekonomik kalkınma ayaklarından birini oluşturan tarım, dünya nüfusunun
gelişimine paralel olarak gelecekte en stratejik alanlardan olacaktır. O nedenle Türkiye
açısından hâlihazırdaki potansiyelinin yapısal sorunlarından bir an önce sıyrılması
gereklilik arz etmektedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişlerde, toplumların
tarıma bağımlılıkları dolayısıyla sancılı bir süreçle ortaya çıkan toplumsal problemler
doğurması olağandır. İtekleyici güç dolayısıyla her bir domino kartı diğerini etkileyecek,
harekete geçirecektir.
İhtiyaçların bir kısmının ikame edilebileceği ancak gıdanın ikame
edilemeyeceğinden hareketle, yapılan ya da yapılacak yasal düzenlemelerin, etkileyeceği
insan ve toprak faktörleri ile birlikte coğrafi koşullar açısından uygulanabilirliği analiz
edilmelidir. Beklenen ile gerçekleşen arasında fark ne kadar az ise yasal düzenlemelerin
topluma nüfuzu bakımından, o kadar içselleştirildiğinin açık göstergesi olacaktır. Tarımsal
faaliyetlerle ilgili çalışma yapıp sorunları tespit eden akademik çevrelerin ülkenin tarım
politikaları belirlenirken etkinliğinin yüzeysel boyutta kalması ve siyasi kaygılar
çerçevesinde hükümetlerin yeterince inceleme yapmadan, sorunların rakamsal boyutla
çözüleceği yanılgısına düşerek, ülke gerçeklerine uymayan politikalar geliştirmesi
yadırganması gereken bir durumdur.
Tarım politikalarının dışarıdan müdahalelerle belirlenmesinin politik yansıması, bir zamanlar tarım
üreticilerinin ülkenin tarım bakanının adını bilmese de IMF Türkiye Masası Şefi Cotarelli’yi net
olarak ifade etmesinde görülmektedir.
Tarımsal alanlarda yaşanan sorunların önlenmesi açısından; köye dönüş projesiyle
birlikte köylerin yenilenmesi, yaşanabilir bir alan olmasının sağlanması, kooperatif ve
birlik gibi örgütlenmenin teşvik edilmesi, kırsal alanda eğitimin kurumsal alt yapısının
güçlendirilmesi, mesleki eğitim faaliyetlerinin artırılması ve gen kaynaklarının korunması
üzerinde durulması gereken başlıklardır.
Tarımsal politikanın belirlenmesinde, bu etkenlerin sorunları çözülerek üretimin iç
ve dış talebe uygun geliştirilmesi, gıda güvencesinin güçlendirilmesi, üretici örgütleriyle
birlikte piyasaların geliştirilmesi dolayısıyla kırsal alanın refah düzeyinin diğer bir tabirle
yaşanabilir alanın tesis edilmesi hedef nokta olmalıdır.
Tarım dışı sektörlerden gelen taleplere karşı tarım, orman, çayır ve mera
alanlarında kullanma ve koruma dengesinin gözetilmesi, bitkisel üretim ile hayvancılığın
uyumlu olduğu bir planlamanın yapılması elzemdir. Toprak, tarımsal üretim için öncelikli
üretim faktörü olduğundan ve birlikte değerlendirilmesi gereken diğer faktörler nedeniyle
seçiciliği fazla olduğundan, çevre düzenleme planlarında tarımın ilk seçici olması
gerekliliktir.
Yeter ve dengeli beslenme esası göz önüne alındığında; alt yapısal sorunlarının
çözüldüğü, örgütlülüğün ve verimin yüksek olduğu, etkin ve talebe binaen üretim yapısıyla
uluslararası rekabet gücü kazanmış, doğal kaynaklarla birlikte doğal olanı korumayı
dolayısıyla kültürel mirasların ve kültürel kodların taşıyıcılığını yapan bir tarımsal hayatın
oluşturulması hedeflenmelidir.
Kanun ve yönetmeliklere dayandırılarak kurulan kooperatif, birlik ve konsey gibi
kuruluşlar ile tarımsal faaliyetlerin yerel temsilcileri olan odaların siyasi etkiden
arındırılması ve bu kuruluşlarda tarımın içinden gelenlerin görev alması, sorunların daha
iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Genel hayata dair alanlarla birlikte siyasetin getirim aracı
vasfından kurtarılarak tarım üzerindeki getirim bölüşümünün engellenmesi
amaçlanmalıdır.
Bu alana dair yasal düzenlemelerle birlikte toplumsal hayatı etkileyecek olan
kanunlarda, kanun sonuna eklemlenen “-bilir” eki; yürütme erkine düzenleme,
uygulayıcılara uygulama, yargı erkine yorum esnekliği sağlayabilir. Ancak uygulamanın
adil, yargısal anlamda da adaletli olup olamayacağına dair kuşkuları da beraberinde getirir.
O nedenle özellikle kanun metinlerinin kesin ifadeler taşıması, adalet inancında şüpheye
yer vermeyecek tarzda dil kullanılması önem arz etmektedir.
Son bir not; tarımsal hayatta sorunlar, gündelik hayatta kullanılan deyimiyle
masaya yatırılamaz. Çünkü masa terimi tarımsal hayat bileşeni değildir