Aslında koşturmacanın arasında görmediğimiz büyük bir gerçek var: Toplumun ruhu, bizim bedenimiz gibi. Küçücük bir yara bile onu derinden sarsıyor.
Şiddetin etkisi, o olayı yaşayan ailenin, komşunun, iş arkadaşının, hatta sadece haberi duyan herkesin kapısını çalıyor. İnsanlar birbirine güvenmekten korkar oldu, eski dayanışma ruhu zayıfladı. Geleceğe dair umutlarımız bile gölgeleniyor, farkında mıyız?
Ne yazık ki, bazen hemen parlayıp, öfkeyle tepki veriyoruz. Oysa o anlık öfke, çözüm olmak yerine yeni yaralar açıyor.
Bu yüzden, hepimizin sırtındaki yük çok büyük. Biraz frene basalım. Hepimiz biraz sakin olalım, ağzımızdan çıkan sözü, yaptığımız hareketi on kere düşünelim. Öfkemizi nasıl kontrol edeceğimizi öğrenmeliyiz.
Televizyonda konuşulan dil, sosyal medyada paylaşılanlar, hatta günlük hayatta birbirimizle konuşma tarzımız... Hepsi, ya toplumu iyileştiriyor ya da daha beter hale getiriyor.
Sakin olmak, akıllı davranmak; bu, sadece kişisel bir özellik değil, toplumsal bir zorunluluktur.
Elbette haksızlık karşısında susmayacağız, sessiz kalmayacağız. Ama aklımızı yitirip öfkeyle de hareket etmeyeceğiz. Sakinliğin yolunda, hak ve hukuku, insanlığı ve merhameti öne çıkaran bir yaklaşım, hem bizi hem de toplumu korur.
Ufacık bir farkındalık, doğru bir duruş, yapıcı bir söz... Bunlar, bir zincirin halkaları gibi yayılarak hepimizin ruhunu iyileştirmeye başlar.
Unutmayalım ki, toplumun yaraları sadece devletin aldığı kararlarla düzelmez; bizim kendi hal ve hareketimizle iyileşir.
Her birimiz, sakinliği ve anlayışı kendimize rehber edindiğimizde, daha güvenli, daha huzurlu ve yaraları daha çabuk sarılmış bir hayat kurabiliriz.
Ne olur, biraz daha sakinlik, biraz daha suskunluk ve biraz daha huzur...