Kefeli Hanı

Kefeli Hanı

Sıtmaya yakalandın mı en iyi kurtuluş bir an önce ölmekti yani. Verem hemen öldürmez ama insanı iğne-ipliğe çevirerek yıllarca kan kustura-kustura süründürürdü.

Irfan ISIK

Sitmaya yakalandin mi en iyi kurtulus bir an önce ölmekti yani. Verem hemen öldürmez

ama insani igne-iplige çevirerek yillarca kan kustura-kustura süründürürdü. Tek ilaci, yagli-balli yiyip cigerdeki verem yarasini kalin bir yag tabakasiyla kaplayip islemesini engellemekti. Bu da parayla saglaniyordu.

 

Deveyi ve deve kervanini, Fenerci Baba’nin ticareti sayesinde gördü ve tanidi Ünyeliler.

Fenerci Baba, alaydan yetisme bir cerrah, bir doktordu. 1930’lu, 40’li yillarda ülkemizin tamaminda doktor yok denecek kadar azdi. Parmak hesabiyla sayilanlar ise Istanbul’a emsal sehirlerimizde toplanmislardi.

 

Disçilik, sünnetçilik, kirik çikikçilik, dogum, berber ya da herhangi bir meslek erbabi esnafla becerikli kadinlarin yaptigi islerdi.

 

Tam bildigim o günlerdeki yaygin hastaligin sitma ve ince hastalik diye adlandirilarak ismi saklanan, açik etmek gerektiginde de zengin hastaligi denen veremdi. Birinin ilaci kinindi ama ötekinin ilaci zenginlikti.

 

Kinin devlet tarafindan tahsis yoluyla,  eczanelere, saglik ocaklarina dagitiliyor, hastalar yetersiz sayida alabilirlerse kullaniyor, yillarca titreye-yana yatiyor, sonra da ölüp kurtuluyorlardi sitmadan. Sitmaya yakalandin mi en iyi kurtulus bir an önce ölmekti yani.

Verem hemen öldürmez ama insani igne iplige çevirerek yillarca kan kustura kustura süründürürdü. Tek ilaci, yagli balli yiyip cigerdeki verem yarasini kalin bir yag tabakasiyla kaplayip islemesini engellemekti. Bu da parayla saglaniyordu.

Para yoktu ki halkin genelinde.

Diyecegim oydu ki Fenerci Baba her bir derdin devasi, bunun yaninda bir de Ünye’nin Istanbul’la is yapan en saygin tüccariydi.

 

Genelde, Kelkit vadisinde Niksarlilarin yetistirdigi tütünü alir, Istanbul’a satardi. 300 kilo çeken 4–5 tütün balyasi yüklenmis develer, yularlariyla biri digerine bagli olarak art arda dizilmis, Yeni Yol dedigimiz Niksar caddesinde görülünce Çoluk çocuk, kadin erkek tüm Ünye, kervani görmek için futbol sahasina dolusurduk. Sonra da develerle yan yana, onlarin bembeyaz köpükler saçan agizlarina baka baka kihlayacaklari yere gelirdik.

 

Kih, deveyi çöktürmege verilen isimdi. Deve, yüküyle birlikte yerden üç metreye yakin yükseklikte bir hayvandi. Ayaktayken yüklenmesi ve yükünün indirilmesi olanaksizdi. Onun için deve çökmüsken yüklenir ve yükü indirilirdi.

 

Deveci, elindeki kisa degnegi ayaktaki devenin dizlerine hafifçe vurur; “Kihhh” der, aliskin deve, önce ön ayaklarini bükerek dizlerinin üstüne çöker sonra da arka bacaklarini altina alir, bu kez geriye dogru kaykilarak ön bacaklarini da gövdesinin altina alarak çökerdi. Yükleme ve yük indirme bu durumdayken gerçeklestirilirdi.

 

 

Hanlar, isi için binek hayvanlariyla kente gelen yabancilarin, hayvanlariyla birlikte barinip beslenmeleri amaciyla yapilan özel binalardi. KEFELI HANI olarak anilan bina, Kefelilerce yaptirilmis degildi.

Kefeliler, Dogu Karadeniz kentleri, Sarikamis harekâtindan sonra Ruslar tarafindan bir bir istila edilirken, batiya kaçan yöre halkiyla birlikte 1916 yilinda, Sürmene’den.  Ünye’ye göçmüs, varlikli kisilerdi.

Hanin yapildigi 1871 tarihi giris kapisinin üstünde hala durmaktadir. Han yapildiktan yaklasik 45 yil sonra Kefelilerin mülkü olmustu.

 

Mehmet Karayalman büyük bir emekle yillarca çalisarak hazirladigi ÜNYELI TASLIZADE HACI YUSUF BAHRI EFENDI adli eserine koydugu Medrese külliyesinin krokisinde, Kefeli Hani’ni, külliyenin dogusunda, ortasi bosluk, boslugun etrafini dik dörtken seklinde sarip uçlardan birbirine bagli dükkân ya da ahir gözlerinden olusan, iki katli bir bütün olarak göstermistir.

 

Böyle bir planla yapildigi gösterilen hanin bir bölümü halen ayakta ve kullanimda oldugu halde, aradaki bosluktan sonra olmasi gereken binadan ne dogu ne de bati yönünde bir iz yoktur. Oysa kalintisindan da anlasilacagi gibi han, dogu bati cephelere açilan girisler seklinde sirt sirta ikiz dükkânlar planiyla yapilmistir. Saheser bir mimari ve tas isçiligiyle yapilmis böyle bir eserin, zamanin hani olarak kullanilmis olmasi hazindir.

 

Büyük hocanin ögrencisi ve emanetlerini teslim edecek kadar güvendigi genç dostu olan babam o binaya bedesten derdi. Bedestenler, simdiki pasajlara benzer üstü kapali, içinde ayni ticareti yani manifatura satimini yapan dükkânlarin bulundugu yapilardir.

Babam, Büyük Hoca öldügünde otuz sekiz yasindaydi. Ve o tarihte, sonradan sattigi medreseye bitisik arsadaki evimizde oturuyordu. Simdiki evimizin on metre karsisinda olan o ev simdi harabe halinde, sadece tas duvarlari duruyor.

 

Bina resimlerinde görüldügü gibi harika bir mimariye ve tas isligine sahiptir. Iki katli ve ahsap çatilidir. Han olarak kullanilirken,  zemin kat hayvan ahiri, ahirin üstündeki katsa hayvan sahiplerine yatak yeri olarak kullandirilmis olmalidir.

Hanin göz göz siralanan bölme ya da dükkân girislerinin bazilari, üstündeki kati tasiyan kemerler seklinde, bazilari da kesme taslar, düz bir dogrultuda birbirine kilitlenmis sekilde dizilmisler, lento görevi için tasarlanmislardir. Kesme kilit taslari beyaz-kirmizi düzeniyle kitlenmislerdir birbirlerine. Üst katin mukarnas saçaginda, ahsap çatidan inen suyu zemine tasiyacak olugun yerlestirilmesi gereken delikler, islevini yitirse de halen yerinde durmaktadirlar.

 

Han, 1939 depreminde çatisini ve birkaç bölümünü yitirmistir. Bina iki ucundan da kayba ugramis, o kayiplarin arsalarina degisik zamanlarda betonarme binalar yapilmistir.

 

1922 yilinda Büyük Hoca hakkin rahmetine kavusmus, Cumhuriyet devrimleriyle de medreseler islevlerini yitirmislerdir. Terk edilen medrese binasina karsin müstemilatindaki diger yapilardan iki han, mescit ve hamam kullanilmaga devam etmislerdir.

 

Han, medresenin emrinden çikar çikmaz, kutsalligini yitirmis, sarap imalat hanesine dönüsmüstür. Uzun yillar imalat hane ve sarap dinlendirme binasi olarak görev yaptiktan sonra, depremde kismen yikilmis ve birkaç yil dogu cephesi kullanilmamis oto parka bakan cephesi garaj olmustur.

 

Ünye’de ilk araba sahibi olanlardan Baba Lütfi namiyla anilan Lütfi Sürgit’le Nazif ustanin kamyonlari hanin duvarlarinin saglam kalmis iki gözünde, yillarca korundular..

Ilk arabalar kasasiz olarak sase seklinde satin aliniyor, sahibi, ya kamyon ya da otobüs olarak kullanmak amacina uygun kasa yaptiriyordu arabasina. Kamyon ve otobüs kasalari Ünye’de yapiliyordu. Han bu kez bu amaçla kullanilmaga baslandi.

 

Becerikli marangozlar, hanin garaj olarak kullanilmis gözlerine yerlestiler. Develerin çöktürüldügü yere saseli araçlar getirildi. Kiminin üstüne kamyon, kiminin üstüne otobüs kasasi yapildi.. Günümüze kadar da pek çok ticari amaca hizmet etti.

 

Kimi zaman ayakkabi tamirci ve yapimcilari, kimi zaman camcilar, su tesisatçilari üstlerini çer çöple kapatarak kullandilar güzelim hani.

 

Ülkemizdeki pek çok tarihi eser korumaya alinirken bizim bir saheser olan kalemizle Kefeli Han’imiz yok olmaga terk edilmis durumda.  



Canik Dergisi

Canik Dergisi Haberleri