STEMPO SAAT...
(Bir “Kissadan Hisse” Hikâyesi.)
Çocukluk, firlamalik zamanlarim...
Ünye’nin eski meshur Ofisbank Magazasinin yan tarafindaki ara yolun sag tarafinda bulunan iki saatçi dükkani var...
Vitrinlerinde isil isil parlayan, sari kordonlu elektronik STEMPO saatler...
Onlari gördügüm an, bu saatlerden birine sahip olma istegi bütün benligimi kaplamisti.
Bir gün dükkâna girdim, fiyatini sordum. Saatçi “iki bin lira” oldugunu söyledi. Bu parayi bir sekilde bulup, saatlerden birine sahip olmam lazimdi. Ama nasil?
Findik toplama zamani geldi. Ali Gürsoylularin findik bahçesine findik toplama yevmiyesine giden babam ve annem, giderken beni de götürüyorlar yanlarinda. Ortanca kardesim daha küçük o zamanlar. Onlar findik toplarken ben kardesime bakiyorum. Aklim da saat olayinda bu ara tabii...
Bi an yine aklima düstü, findik toplayan babamla annemin yanlarina gidip, “bana saat almalarini” söyledim. Pek orali olmadilar. Basladim aglayip zirlamaya. Ama kimse orali degil... Gün boyu sürdü bu olay. Ali Gürsoylu’nun annesi Müzeyyen teyze ve teyzesi rahmetli Ayse teyze de findik topluyor. Benim aglamalarimi merak edip babama sordular 'bu çocuk niye agliyor?' diye. Babam da 'tutturdu saat alin bana diye” cevap verdi. Müzeyyen teyze bana dönüp 'hiç yakisiyor mu koca adama aglamak' diye hafiften sitem etti. Kimse arkamda durmamisti. Ilk tesebbüsüm hüsranla sonuçlanmisti...
Aradan sekiz ay geçti... 1980'e geldik. Yine yaz baslari, haziran-temmuz gibi. Tam dut zamani yani.. Ayrica Ramazan Ayi da girdi.
Aklima dut toplayip satmak geldi bi anda! (Afferim bana!)
“Böylece saati alabilirim” diye düsündüm.
Hemen icraata basladim; Ilk önce, evde, ‘gidik’ dedigimiz minik dut sepetlerinden buldum bi kaç tane. Dutu nerden toplayacagim peki!?
“Amaan Çöremez’deki bahçelerde dut agaci mi yok Ihsan?”
Çiktim yola... Gözüme kestirdigim bir bahçeden basladim..
Dut toplamak zor; Ufacik bir meyve oldugundan, sepetin dolmasi çok zaman aliyor. Bir taraftan bahçe sahibini de kolluyoruz tabii..
Ilk gün, üç-dört sepet indirdim çarsi merkezine... Satis yeri olarak da eski Anafarta Ilkokulu’nun, Cumhuriyet Meydani’na bakan tarafini seçtim. Aylardan Ramazan. Iftara yakin iyi satis oluyor. Sepetin bir adedini yüz lira civarinda satiyorum. Millet oruçlu, dutun tadina da bakamiyor. “Nasil dutun tadi?” diye sorana “süper!” diyorum...
Bes-alti gün sürüyor dutlari toplayip satmam. Sonundaaa Iksan Abiniz büyük azmiyle, iki bin lira parayi bir araya getiriyor! Tabii dooogru saatçiye!!
Büyük bir heyacanla Stempo marka, altin sarisi saatime kavusuyorum!
Artik kollarim geri sivali dolasiyorum. Saat de yaldir yaldir parliyor haa!
Geceleri yorganin altina girip, saatin isik dügmesine basiyorum; Ne güzel de yaniyor isigi... Gece bile saatin kaç oldugunu görebilmek hosuma gidiyor. Arkadaslar merakla koluma bakip 'saat yapmissin' diyorlar. “Tabii oglum” diyorum, “Hem de Stempo!”
Aradan bir iki ay geçti...
Nerden bulduysam; yarisi kirilmis, ucundan teli sarkan, Aygaz ocaklarini yakmak için kullanilan “manyetolu bir çakmak” buldum.
Çakmagin dügme tarafi saglam. Dügmesine basinca disari sarkmis telin ucundan hafif bir kivilcim çikiyor. Bu telin ucunu elimle tutup dügmeye bastim, hafiften elektrik çarpilir gibi oldu elim, siçradim! Bu sakayi hemen arkadaslarima da yapmaliydim!! Gördügüm arkadasa; 'kolunu uzat' diyor, sonra da telin ucunu koluna deydirip dügmeye basiyorum! Kolu çarpilan arkadas, irkilip bir hamlede kolunu benden kaçirirken ben de zevkten dört köse siritiyorum.
En sonunda Seytan kafami kurcaliyor: 'Ihsan diyor, su çakmagi bir de saate tut!' “Hade lan urdan!” diyorum. Bir saate bakiyorum, bir de çakmagin ucundaki tele.. “Bir defa tutayim lan, ne olacak ki?” diyorum içimden... Sonunda dayanamayip, çakmagin telini, saatin camina deydirip dügmeye basiyorum... Vayy o da ne!? Elektronik saatin içi bir anda simsiyah oluyor!
'Ah ulan ben ne yaptim!' diyorum.. On saniye sonra saatin görüntüsü eski haline geliyor.
“Oh bee” diyerek derin bir nefes aliyorum.
Ama o, lanetli Seytan tekrar ortaya çikiyor; 'Nasiiil çok güzel degil miii? Tekrar yap' diye fisildiyor... Dayanamiyorum, tekrar ayni olayi deniyorum; Hos bir görüntü olusuyor saatin içinde; Önce siyahlasiyor, sonra tekrar eski halini aliyor. Daha durmak yok! Çit! Çit! Çit! Çit! derken, içi siyahlasan saat, eski halini almiyor artik! Panikle 'ne oldu buna lan!' diyorum.
Aradan on bes dakika geçiyor, saatin içi halen simsiyah!
Aradan iki saat geçiyor, saatinin içi halen simsiyah!
'Ahh ulan ben ne yaptim! Gitti ya lan koç gibi saat!'
Kolumdan çikartip cebime koyuyorum saati... Arada bir bakiyorum; Hiçbir degisme yok! Kendimi alistirmaya çalisiyorum bu acikli duruma...
Gömlegimin sivali kollarini asagiya indiriyorum. Saat soran arkadaslarima da “saati evde unuttugumu” söylüyorum.
“Hay bu manyetolu çakmagi icat edenin!” mi diyeyim, yoksa, “her anlamda” kendi aklima mi tüküreyim, bilemedim...
Gerçek olan su ki; Saat gitti!
Baskasinin dutuyla alinan saat, Yâr olmadi bana...
IKSAN ABININ KARIKATÜR HEYBESI
BILIM ILAÇ'TAKI 22 YILLIK IS HAYATIM
GEÇEN GÜN FILM SERITI GIBI GÖZÜMÜN
ÖNÜNDEN GEÇTI...
(24 Agustos 2016)
AH YALAN DÜNYA...
SUYUN ÖBÜR YAKASI...
ACABA NEDIR? NEDIR?
ÜNYE ÇAMLIK'TA ANLASMAYA VARILDI GIBI..
AMAN ÇAMLIK’IN AGAÇLARINA ÇOK GÜZEL BAKALIM!
IYI HABERLER GELDIKÇE,
ÜNYE ÇAMLIGIN PANIKATAK DURUMLARI SON BULUR...
SÜT KESILIRSE...
BU SENE FINDIK,
GÜNESINDEN GAYET MEMNUNDUR...
AGUSTOS AYINDA DOGANLAR...