RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (50)


Yakıt regülâtör şalterini, Normal konumundan Emercensi (Acil durum) konumuna aldı. Gerektiğinde yedek yakıt sisteminin, gecikmesiz devreye girerek motoru aksaksız beslediğini kontrol etti… 

 

Geçmiş zamanların birinde, tam bu noktada test uçuşuna hazırlanırken, yaptığı böylesi bir kontrolde; meslektaşları Yzb. S. Büyükbayram, canını zor kurtarmıştı. Yakıt regülâtör şalterini emercensi’ye aldığında; korkunç bir patlamayla motor palleri dağılmış, uçakta yangın çıkmıştı. Yangın arabaları bir hışımla üzerine koştururlarken uçak egzozundan uzayan alevler, pist başına serili; o her zaman hazır duran çelik bariyerin kablo ve filelerini, çoktan yakıp elden çıkarmıştı.

 

“Önde her şey normal hocam, iyi uçuşlar!”

 

“Arkada da işler yolunda Göktuğ! Güzel uçuşlar olsun! Ve bilesin ki şu ana dek, olumsuz eleştirebileceğim en ufak bir hatan olmadı. Yıllara ustalaşmış tecrübeli bir test pilotu gibisin!”   

                                                         

“Sağ olun hocam! Kalkış istiyorum” 

 

“Evet, hazırız”

                                                                     

“Diyar Viran Üç Dokuz, kalkış!”

 

“Kalkış serbest Viran Üç Dokuz! Rüzgâr 020 derecelerden 12 Knot, Altimetre 29.95 inç”

                                                         

“Eftırbörnır’a giriyorum” 

 

“Okey”

 

1“Delta-pi düştü yükseldi! Ey-Bi devreye girdi. Uçuş ve motor aletleri normal!”

                                                                    

“Arka kokpit göstergeleri de normal seyrinde, iyi uçuşlar!”

 

Gaz kolu, tam ileri (Military) konumundan sol dışa doğru her itildiğinde; Delta-Pi adlı gösterge ibresi düşer, Eftır-Börnır devreye girer girmez yeniden yükselirdi. Çelik kanat azmanın ilgili kitaplardaki giriş limiti yerde “2”, havada “5” saniyeyle sınırlıydı. 

 

Kule trafik görevlisi ve pist başı nöbetçi subayı o an, önlerindeki resmi uçuş programının, Serhan-Göktuğ hanesine, fren bırakış zamanını 13.47 olarak kaydediyorlardı…

 

Her kalkış, bir inişin geri dönmüş hikâyesiydi. Her iki safhaya da uçakların burun yukarı pozisyonlarıyla ulaşılırdı. Aralarındaki tek fark, iniş garantiyse gaz rölantiydi. Kalkış ise maksimum itki gücü gerektirirdi. Bazı öyküler geri dönmez, yarım kalmışlıklarını gökçeyazın (edebiyat) katmanlarına bırakırlardı… 

 

O fren bırakışla; yer küreden ipini koparmış delişmen küheylan, şahlanarak patlamış, dörtnala enerjisiyle gök kubbeye pürhiddet fırlamıştı. Ve kıvrakça seyreden, kıpırdak bir sürat teknesinin, egzozundan taşıp giden eforuyla, gök okyanustaki test uçuş sahasına, estetik bir ani yatışla sola yönelmişti. 

 

Mühendisliğin ilk kez kendisinde denediği ve pilotlarını sandalyelerine adeta yapıştırırcasına gümbürdeyen Eftır-Börnır, belli ki insanlığın Uzay sevdasını, ta o günlerden harlıyordu. Roketimsi korkunç itim gücüyle kudurmuş delibozuk; bir yıl önce, ani bir motor yangınıyla apar topar indiği yeryüzüne, sanki caka satıyordu. 

 

Kuşbakışının panaromik görüş alanı genişlerken, ardına bıraktığı yeryüzü şekilleri hızla ufalışa geçiyordu. Yerküreden derin maviliklere doğru, dörtnala koşturdukça yakınlar sürekli uzaklaşıyor, uzaklaşıyordu… Göğün alçaklarında, jet hızıyla akışkan yeryüzü varlıkları, göğün yükseklerine çıkıldıkça yavaşlıyor, sakin kimliklerine kavuşuyor, nerdeyse dural bir hal alıyordu. 

 

İçlerine türlü-türlü hayatları yuvalamış binalar, jet hızıyla minyatür kutulara; koca-koca yollar, karınca yuvalarının çizgisel patikalarına dönüşüyordu. Kürenin neyi var neyi yoksa kesintisiz, hep birlikte silikleşerek silüetleşmeyi koşturuyordu. 

 

Yerkürenin hatırı sayılır nehirleri, gölleri, hızla resimleşiyor, hızla oyuncaklaşıyordu. Jet hızıyla hepsi de hayatın, dili geçmiş zamanlarına karışıyordu. Velhasıl albeniler (!) masalı, büyülü buğusuyla hepimizi oyalayan dünyanın eskimişi oluyordu… Büyük Bilgin Albert Aynstayn’nın (Einstein) “genel görelilik” kuramıyla mekân geometrisi değişiyor, sanki zaman bükülmesi yaşanıyordu. 

 

Harran semalarının kırk beş bin fitlerine (13.700m) az önce varmışlardı. Koca beygir kükreyerek tırmaladığı mavilikleri, azgınca yarıp yırtarak, bir solukta ta buralara tırmanmıştı. Artık düz uçuştaydılar. Yeryüzünün tüm doğal ve yapay şekilleri ufalarak ya artık görünmez olmuş ya da plastik oyuncak iriliğine bürünmüşlerdi. Dış dünyada durağan bir dinginlik belirmişti. Kokpit içi hayatsa dış uzaklar benzeri kımıltısız değildi.

 

“Diyar Viran Üç Dokuz, Kırk Beş Bin fit;  01 Numaralı sahada görevine başladı.”

 

“Anlaşıldı Viran Üç Dokuz! 

 

Test uçuşlarında amaç savaşa kurgulanmış makinelerin, gök mekândaki en ufak kusurlarını dahi gözden kaçırmadan, kayıt altına almaktı. Olası bir harbe eğitmek ve eğitilmek için, nerdeyse her gün koşturacakları gün ve gecelerin tüm görevlerini; uçuş güvenliği içinde problemsiz yapmalara hazırlamaktı. 

 

İşte bu yüzdendi ki test sınavına alınmış her uçağa, gök atlasta pilotu, ya da pilotları tarafından, akla hayale gelmeyen en azaplı işkenceler yapılır, en kıyıcı zulümler edilirdi. Kendince direnen metal uçarı, olmadık manevralarla olmadık pozisyonlara sokulup, olmadık yetenek parametrelerinin, olmadık sınırlarına zorlanırdı. Velhasıl test uçuşuna çıktığına da fabrikasından doğduğuna da bin pişman edilirdi. 

 

Yaklaşık bir saat süren test uçuşlarında, Azrail hazretleri hep orada bir yerlerdeydi. Kemikleri kırılırcasına katlandığı barbarlığın intikamını metal azman; beden ağrıları, sağlık sorunları sonradan patlayacak işkencecisinden, dayattığı “G” kuvvetleriyle tartaklaya tartaklaya alırdı. 

 

Çoşkulu ikliminde cazibeli dilberliğiyle yaşatırken, bir yandan da canlısını sezdirmeden hırpalayan hayat gibiydi. Fakat bir vardı ki döve döve insanlaşmayı öğreten hayat, özellikle övgüsel başarı öykülerini, yenile yenile yenilenmişlere yazdırırdı. 

 

Yzb. Serhan ve Üsteğmen Göktuğ; bir ellerinde kalem, dizliklerinde kayıt formatıyla, hastalarının nekahet sonrası sağlığını üstlenmiş, birer uzman doktor duyarlılığındaydılar.

 

Üs Bakım Komutanlığının, oldukça ağır operasyonlardan yeni çıkmış bu marazlıya, uyguladıkları genel 2çek-up’ın: O yükseklikteki verilerini kayıtlıyorlardı. Tomografik bir ince ayarlılığın, vicdanî titizliğiyle motor değerlerini, birer birer not düşüyorlardı. 

 

Kayda değer bir kusuru, günahı ve hatası, o anlara dek olmamıştı uygar (!) savaşçının. Dış sınırlarına henüz epey mesafe kalmış olsa da atmosferin, bulutlar diyarının esrarengiz yalnızlığına, uzayın o romanesk ambiyansı ta oralardan vurmuştu… 

 

O dingin sonsuzlukta; güruh bir sessizliğin ıssızlık uğultusu; uçsuz bucaksız derinliklere, ilahi ahkâmını fısıldıyordu… 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

38 yaşında TBMM’sine Başkan… 41 yaşında Kurtarıcı Başkomutan… 42 yaşında Demokratik, Laik Türkiye Cumhuriyetini Kuran… Tüm silah arkadaşlarınız, gazilerimiz ve şehitlerimizle bize Vatan, bize Bayrak bırakan… Dünya Liderimiz Aziz Atamız; sizleri derin minnet, saygı ve rahmetle anıyoruz. Ruhunuz şad, mekânınız cennet olsun. 30 Ağustos Zafer Bayramı’mız Kutlu Olsun.

 

Dipnot;

1“Delta Pi” göstergesi: Nozul (egzoz çıkışı) kanatçıklarının, açılıp açılmadığının ve uçağın, maksimum (after-börner) gücüne erişip erişmediğinin ilk belirtisi.

2Check-up; kontrol etmek, sağlık kontrolünden geçirmek.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593