TURGAY GÜVEN

Tarih: 26.05.2022 08:30

Cemşüd-ü Cem. Cem Sultan.

Facebook Twitter Linked-in

“Kaldir kadehini, ey Cemsüd-ü Cem                                                                             

Simdi harikulade Frengistan’dayiz.                                                                                 

Taci- tahti birakin su Bayezit’e                                                                              

Dünya tümüyle bizim, çünkü biz andayiz.”                                                                                    

 Cem Sultan. Kendi siiri.

Cemsüd, saray mahzeninde kis için saklanan üzümlerdeki hos koku ve tadi fark ederek, sarabi kesfeden, efsanevi bir Iran Hükümdari olup, sarabi ve sarap alemlerini çok seven Cem Sultan, yukaridaki siirinde, Cemsüd, kendisi ve etrafindaki topluluk serefine kadeh kaldirmakta, Frengistan’a geçmis olmaktan duydugu mutlulukla, taci tahti Bayezit’a biraktigini,  artik kendisinin harikulade bir dünyada oldugunu anlatmaktadir. Mutlaka, burada olmaktan ve dünyanin saygi gösterdigi sürgünde bir hükümdar rolü oynamaktan mutludur.

Bu günkü yazimizda,  Istanbul’u feth eden Fatih Sultan II. Mehmed’in 2. Oglu olan Cem Sultan’in hayat hikâyesini anlatacagiz.

Cem’in çok garip ve hüzünlü bir yazgisi vardir. 1459 yilinda Edirne’de dogmus,  sarayda iyi bir egitim almis, Konya –Karaman valisi iken, babasinin ani ölümü  üzerine, kendisinden daha hizli davranarak Istanbul’da tahta çikan ve  Sultanligini ilan eden agabeyi II. Bayezit ile tutustugu mücadeleyi kaybetmis,  Anadolu’dan Misir’a geçerek Misir  Halifesi  Memlüklü Sultani Kayitbay’a  siginmis, yeniden geldigi Anadolu’da yaptigi mücadelelerde fayda saglamayinca, kaderi onu, dogudan batiya, ki bunlarin büyük çogunlugu Hristiyan ülke ve toplumlar olmak üzere, yaptigi çetin mücadelelerle,  yüzyillarca batidan gelen Haçli seferleriyle perisan olmus doguyu, hilal - haç  kavgasinda Hilal’i, Hristiyan –Müslüman çekismesinde Islam’i öne çikarmis,   Anadolu ve Balkanlarda, en basta Bizans-Roma ve Trabzon-Rum  Imparatorluklari olmak üzere iki imparatorlugun, Akkoyunlu Devleti, Mora Yarimadasi, Eflak-Bogdan, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Konya-Karaman ve diger Anadolu  Beylikleri olarak on dört büyük krallik ve hükümdarligin,  sayisiz yöre ve kentin, yaklasik toplam iki yüze yakin yerin fatihi olan  babasinin son seferini yaptigi Rodos Sövalyeleri denilen Haçli artigi Sen Jan  Tarikatinin eline düsürmüs,  çok istedigi Macar Kralligi’yla isbirligi arzusu bir türlü gerçeklesememis, yillardir en büyük düsmanlari ve intikam için dis biledikleri Fatih’in küçük oglunu ellerine geçiren ve Osmanli’ya karsi kullanmak isteyen Rodos Sen Jan Sövalyeleri, Roma-Vatikan-Papalik, onlarin elinden almaya çalisan Bati Frank Imparatorlugu gibi devrin Hristiyan ülkelerinin elinde yasadigi sürgün yillari boyunca, onlarin oyuncagi olmus, agabeyi Beyazit, Cem’in rehin tutulmasi karsiliginda Hristiyan dünyasina yüklüce haraçlar ödemis, koskoca Fatih Sultan Mehmed’in oglu, sonunda,   Avrupa’da bir  kenarda, yalniz ve kimsesiz ölmüstür. 

Bu arada bazi açiklamalarda yapalim. Birincisi,  Fatih Kanunnamesi’dir. Fatih Sultan Mehmet, hükümdar olurken haylice kan dökmüs bulundugundan,  ünlü Fatih Kanunnamesine koydurdugu  “ Her kimseye evladimdan saltanat müyesser ola, karindaslarini nizam-i alem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi bunu tecviz etmislerdir.” Hükmü ile  muhtemelen hem vicdanini rahatlatmak , hemde tarih boyunca birçok büyüklü küçüklü devletin, imparatorlugun güçten düsmesine, yikilmasina neden olan taht için kardes-hanedan kavgalarinin önüne  geçmek istemistir.

Ikincisi, ülkemizde pek bilinmeyen Kaftanli Sehzade kavramidir. Daha  çok  Hristiyan ülkelerinde yerlesmis bir adet üzere ki, oralarda, kirallarin  birinci ve soylu es olan kraliçelerden olan çocuklar, dogduklarinda kirallik damgali ipek kaftana sarilir ve bunlara Kaftanli Sehzade denir, kralin gerçek varisleri ve hanedan üyeleri kabul edilirlerdi. Kraliçelerin disinda, soylu veya degil, gayrimesru iliskilerinden dogan çocuklari, soylu ve hanedan üyesi sayilmazlar,  hak iddia edemezlerdi. Bayezit, Fatih Hükümdar olmadan önce ve birazda  hikayesi karisik bir kadindan olmustu, Cem ise, Fatih’in bir Sirp prensesinden  olma çocuguydu ve saraydan bazi kisiler bunu ona fisildamislar, Bayezit’in  hükümdarlik hakki olmadigina ikna etmislerdi.

Üçüncüsü, Fatih, Istanbul’un Fethi’nden sonra, sehirde çok az olan Müslüman nüfusu çekebilmek ve otorite saglayabilmek için Vakfiyeler kurmus, özellikle Anadolu’dan gelen güçlü ve ünlü ailelerin de kurmalarina müsaade etmis,  bunun yaninda Aksemsettin gibi birçok din alimi Istanbul’a gelmis, bunlara bina,  yurt ve toprak verilmis,  aileler ticarete ve zanata yönelirken, alimler açtiklari medreselerde talebe yetistirmeye baslamislardir. Sehrin gücü ve zenginligi artarken, baslayan kültür patlamalari da ayri bir aydinlik olmustur. Istanbul’u saglama alan Fatih, ordusu, pasalari, sancak beyleriyle sürekli fetihle ugrasmistir.

 Zaten sofu bir yaradilista olan Bayezit (mümin-iman sahibi demektir) iktidara geçtiginde, medereseler, saray için gözde olurlar. Tabii ki bu durum,  Anadolu ve Rumeli’de  sürekli sefere kosan,  hayati  at üstünde  geçen,   gaza ile   aldiklarini   hükümdara teslim edip, karsiliginda  kendisine irat-gelir  getirecek birkaç köy verilerek, ancak yasliliginda   rahat edebilen,  küçük  toprak  sahipleri sipahileri,  pekte  memnun  etmemektedir. Zaten  Cem Sultan’i  destekleyenlerde, ömrü  fetihlerle  geçen  Fatih  dönemindeki  hürmet  ve  itibarlarini  bulamayan  özellikle güçlü   Rumeli  Sancak  Beyleri’dir. Su üstünde  görünenin aksine, gerçek kavga,  daha  derinlerdeki hazineden  pay  almanin  kavgasidir.

 

 

 

Cem  Sultan,  maiyetiyle  beraber   Rodos  Sövalyeleri’ne  sigindiginda kendisine  bir sultan  muamelesi  gösterilmis, iltifatlar  edilmis, rahat  edebilmesi  içinde  adada bulunan  ve  daha çok  ticaret  islerinde kullanilan bir Fransiz   kervansarayina  yerlestirilmisti. Adamlari  yanindaydi,  kendisine  Dogu’nun saygin   bir  hükümdari  muamelesi gösteriliyordu ve pekte  sürgün  sayilmazdi.  Yinede  bazi  sikintilar  vardi. Cem’in niyeti Rodos yoluyla Osmanli’ya sinir  komsusu  olan  Macaristan’a  geçmek  ve Macar  Ordusunun destegi ve  Bayezit’a karsi,    kendisine  katilacak  Rumeli  Sancak Beyleri ile  Istanbul’a  yürümekti. Ancak, Cem’in siginmasi , Hristiyan  dünyasinda  hayli  ilgi  çekmisti.  Bayezit’in  gönderdigi  elçi ile Cem’in    sürgün olarak saklanmasi için,  her yil  45 bin düka altini  vermeyi  kabul etmesi nedeniyle,  basta  Roma-Vatikan’daki  Papa  olmak üzere,  Fransiz krali ve  birçok  Hristiyan  güç,   böyle  degerli  bir  hazinenin   söhretinden  ve   Osmanli üzerindeki gücünden, tabii ki, gelecek   paradan da  yararlanmak istiyorlardi.  Cem’in  hayati  kurtulmustu, ancak, daha sonraki  yillari,  Papalik ile Fransa Kralligi  arasindaki  güç  mücadeleleri arasinda geçecek, bir  sehirden digerine, bir kaleden  digerine  dolastirilacakti.  Bunlarin  içerisinde  en güzellerinden birisi  ise  Fransa  Krali’nin  himayesinde  ve  Kral’in  yegeni olan genç bir Dük’ün  arkadasliginda,  Fransa-Savoy-Nice  Körfez-kentinde geçirdigi günlerdi.  Gemiyle  Nice’ye  gelmisler,  halkin    coskulu  sevgi  gösterileri,  yollarina serilen çiçekler  ve bizzat  genç  Dük  tarafindan  karsilanarak,  hosnut  edilmislerdi.

Cem, Nice’de,  Dük’ün  sarayinda  kaliyordu. Bahçesinde öbek  öbek nar, zeytin , portakal  agaçlari,  yüksek  palmiyeler,  çimenlerden olusmus  yumusak bir  halinin surasina  burasina  serpilmis  çiçekler, fiskiyeler,  çagiltili küçük  derecikler  ve  yukarda,   Savoy’un engin  gökyüzü  ile önünde  lezzetli   Fransiz  sarabi. Sürekli  içiyor, siirler okuyor,  sarkilar söylüyordu. Kaderinin  önünde  güçsüzdü, ama, gün  ve  zaman  onundu. Keyfini  sürüyordu.  Cem, Nice’de çok  siir yazmisti,  iki kadeh sarap çekti mi,  palmiyeler   ve mimozalar   arasina  uzaniyor,  siirlerini  söylüyor,  not  aldiriyordu. Ancak, tabii ki,  kendisiyle aksam sabah  bir  olan  sofra  ve  kadeh  arkadaslari  olan  Hristiyan  rahipler  ve  muhafizlar arasinda  siirlerini dinleyip  anlayacak  kimse  yoktu. Yazinin basinda  verdigimiz  siirde  o günlerin hatirasiydi.  Cem , yalnizdi, amma  yinede  hosnuttu,  ümitleri  vardi.

Papalik  yillardir,  Cem Sultan’i serbest birakma ve  Osmanli’ya  karsi  kullanma tehditleriyle,  her yil  45 bin  düka altini  haraç aliyor,  üstelik, Osmanli  Fetihleri’ninde  önünü  kesiyordu.

Cem   Sultan’in  1495  yilinda  ölümüyle  her sey bir  anda  degismisti.  Bayezit   para vermeyi kesmis,  üstelik,  ani bir hamleyle  Osmanli  Donanmasi,   Cem’in  nasinin  bulundugu   Napoli’yi  kusatarak cenazeyi  istemisti. Memleketine  getirilen Cem , sade bir törenle  Bursa’da gömüldü. Cem Sultan’in annesi  Misir’da vefat etmis, ogullari ve torunlarinin  her biri  bir tarafa dagilmis,  nesillerinden  bir kismi  Hristiyanligi  kabul ederek,  Rodos’a  ve  Avrupa’nin  degisik yerlerine  yerlesmislerdi.  Osmanli Hanedan  üyeleri, Cem’i  ve  sonraki nesillerini   hiçbir zaman  affetmemisler,  fetihlerde  veya baska  sekillerde  ele geçirdiklerinde , ‘hükmü’ infaz etmekte  tereddüd  etmemislerdir. Yazik  olur Cem  Sultan’a, kendi  gider, adi ve hikayesi  kalir  yadigar..

Kissadan  hisse,  memleket kavgalarinin  kimseye  bir yarari  oldugu da     görülmemistir.

Saygilarimla. Turgay  Güven.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —