UZM. PSK. DAN. M. ZEKİ SAKA


ÇOKLU ZEKÂ’DAN ÖĞRENDİĞİMİZ!


Howard Gardner kulagimiza “Çoklu Zekâ” yi üflediginde; bilmedigimiz, duymadigimiz, görmedigimiz bir seyi ögreniyormusuz hissine kapildik. Haksiz da degildik hani. Çünkü bizim ülkemizde zekâ üzerine yapilan kuramsal ve deneysel çalismalar dünya siralamasinda maalesef hatirli bir yer tutmaktan uzaktir.

Peki, Howard Gardner ne diyordu?

Gardner, zekânin tekil bir anlama, tekli bir tanima sigdirilamayacagini düsünüyordu. Zekâ evet bir bütündü fakat tasidigi potansiyel ve deruhte ettigi yetenekler itibariyle farklilasiyordu. Dolayisiyla her bir insanin farkli zekâ türü vardi ve her bir zekâ türü farkli yeteneklerle kendini ortaya koyabilirdi. Gardner, zekâyi farkli adlarla isimlendirdigi 8 alt baslikla ifade etmisti. Siralamak gerekirse; uzamsal, kinestetik, müziksel, sözel, içsel, sosyal, matematiksel ve dogasal zekâ türleri. Her insanda mutlaka bu zekâ türlerinden bir ya da bir kaçi bulunabilir ve hatta birkaç tanesi bile ayni anda baskin tür olabilirdi. Dahasi zekâ dedigimiz sey, gelistirilebilir dinamik bir potansiyeldi. Eger kisi sahip oldugu zekâ türünün farkina varir ve onu islevsel hale getirebilirse çok daha basarili olabilir, hayat doyumu daha da artabilirdi. Bunu derken Gardner, aslinda biraz da basari dedigimiz seyi izafilestiriyordu. Çünkü Gardner’in perspektifinde basarinin tek bir tipi yoktu. Birey sahip oldugu potansiyeli fark edip ortaya koydugunda zaten basarili olurdu.

Gardner’in kurami, zekâ üzerindeki kara bulutlari dagitti denilse yeridir. Çünkü zekâ genel olarak akademik yetkinlikle beraber düsünülüyordu. Yani zekâ en nihayetinde akademik/entelektüel yeterlikle/yetkinlikle beraber düsünülüyordu. Disarida kalan “basarilar” çok da zekâya mal edilmiyordu. O ana kadar zekâ çalismalarinda zekâ ile yetenek ayri ayri mütalaa ediliyordu. Bu makas belki biraz da Gardner’in katkilariyla kapanmistir. Yani zekâ ile yetenek birbirini tamamlayan hatta ayni anlama gelen seyler olarak anlasilmaya baslandi.

Çoklu Zekâ Kurami’ndan sonradir ki biz sporun, sanatin, sosyal olmanin, akici konusmanin, ikna kabiliyetinin, soyut düsünebilmenin, müzigin ve daha birçok seyin basli basina bir zekâ göstergesi oldugunu düsünmeye basladik. Bu elbette sahip oldugumuz yeteneklere iliskin farkli bir bakisti ve kabul etmek gerekir ki biraz da bizlere özgüven vermisti. Çünkü okul sirasina oturup da akademik/entelektüel basari beklenti tokmaginin altinda ezilmeyenler “zeki insanlar”di. Gardner, elbette bu algiyi paramparça edip tuz buz edemedi ama bu algidan da hatirli parçalar koparabildi.

Nihayet bizim gibi meseleleri görece biraz geriden takip eden toplumlar için Gardner’in kurami yeni ilgilerin önünü açti. Özellikle sanatsal, kültürel ve sosyal faaliyetlere yapilan vurgu her geçen gün artti. Gerek devlet eliyle gerek de özel egitim ögretim kurumlarinda çoklu zekâ kuramina dayali egitim ögretim programlari olusturulmaya baslandi. Mesela bir özel okulun tanitim brosüründeki slogani unutmam mümkün degil. Okul her bir ögrencisinin bir spor dalini ögrenecegini, bir enstrümani da kullanacagini ifade ediyordu. Olan olmustu, koskoca kurami kirpa kirpa kus yapmis, kendimize benzetmistik. 8 Zekâ alanini ikiye düsürmeyi basarmistik.

Yillar içinde çoklu zekânin kendisi çok tartisildi. Eklemeler yapildi, bolca elestirildi. Ama dilden düsmedi. Bir sekilde birçok uygulamanin referans kavrami oldu. Iyi niyetli çokça programlar gelistirildi, planlar yapildi. Birçok çocuk anne babasinin zoruyla da olsa enstrümanla, sporla tanisti. Peki sonuç ne? Bilmiyoruz. Onu hep birlikte görecegiz. Su kadarini söyleyeyim; kuram 1983 tarihinde ortaya atildi…       

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593