Birinci dünya savaşı öncesi Avrupa ve Amerika’nın dünyanın geri kalmış bölgelerindeki sömürü düzenleriyle elde etmiş oldukları ekonomik kazanımlar, ikinci dünya savaşı sonrası daha değişik sömürme metotlarına evirilmiştir.
Batı uygarlığı bir deyimle Mehmet Akif Ersoy’un diliyle,’’ tek dişi kalmış canavarın’’ eseridir. Birinci ve ikinci dünya savaşı sonrası dünya askeri işgalci sömürü düzenine veda etmiş ve yeni bir sömürü düzenine ( az gelişmiş ülkeleri gizli işgalle ele geçirme dönemine ) geçilmiştir. Buna da insanlığın yücelmesi adlı maske takılmıştır. Bu yeni dönemde İngiltere’nin yerini ABD almış, savaş sonrası sıfırdan kalkınmaya başlayan Almanya ve Japonya zamanla toparlanmış, dünya pazarlarındaki paylarını aramaya başlamış, kısa sürede yeni bir Pazar çelişkisi doğmuş, sömürü ad değiştirilerek sürdürülmeye başlamıştır. Yeni emperyalizm dolaylı saldırı saydıkları sömürüye karşı çıkışları önlemenin yollarını aramış ve bulmuştur. Bunu yardım adıyla ilişki kurduğu ülkelerin askeri ve sivil güvenlik güçleriyle sağlar. Az gelişmiş ülkeler, ordularının işgali altındadır’’ söylemi’’ bu gerçeği anlatır.
Bu öyle bir uygulama ki, bir yandan işgalci yöntemin halka yarattığı toplumsal tepki önlenmekte, öte yandan bu gerçeği gören halkın kendi ordusuna güveni sarsıldığı için, toplumun birlik duygusu parçalanmaktadır. Ordu ve halk birbirinden koparılmakta, toplumla güvenlik güçleri birbirine düşürülmektedir. Gizli işgal altındaki ülkeler, yalnız ekonomileriyle değil, ajan olarak kullanmak için kendi ideolojisini aşılayarak eğittiği o ülkelerin insanlarıyla da her yönden yeni emperyalizmin yönetimi ve denetimi altındadır.. Gerçekte ekonomik bağımlılık, iç ve dış siyasalda bağımlılığa da yol açmaktadır. Özellikle az gelişmiş ülkelerin güvenlik güçleri ve orduları da emperyalizmin denetimin dedir. Çünkü ABD ile yapılan anlaşmalar gereği, ordular ulusal ordu değildir, ordular ‘’hür dünyayı’ ’savunma görüntüsü altında, emperyalizmin çıkarlarını savunmaktır.
Ulusal ölçekteki bir sorunun çözümünde, eli kolu bağlı kalmak gibi bir tehlike içine düşmeleri olasıdır ve bizim yakın tarihimizde ‘’ Kıbrıs bunalımında olduğu gibi’’ yaşanmışlıkları geri getirir.
Siz emperyalist ülkelerle yaptığınız sözleşmelerin gereğini yerine getirseniz bile yeri gelir cezalandırılırsınız. Ülkemize Amerika tarafından Kıbrıs harekâtı sonrası uygulanan ambargo bunun somut örneğidir. Ordumuzun silah araç ve gereçleri belli bir kaynağa bağlı olduğundan, Lojistik ikmal yapamazsınız. Çünkü sizi kendine muhtaç etmiştir. Sızlanıp durursunuz. Başkaldırmaya giriştiğinizde başınıza neler geleceğini bilemezsiniz.1960 darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat süreci, 15 Temmuz hain kalkışması gibi benzen sarsıcı etkilerle terbiye etmeye kalkarlar sizi. Zira siz bir kere boynunuzu kaptırmışsınızdır emperyalizmin boyunduruğuna.
Bakın Amerika medyasına… Ama yazılı ve görüntülü, ama görüntüsüz medya eliyle, bütün dünya ya, günün her saatinde ABD’nin özgürlük, demokrasi ve insan hakları savunucusu ve’’ özgür dünyanın’’ güvenli dayanağı olduğu imajı yayılır. Dünyanın sorumlusu odur, ama gün gelir, sorumluğuna inanmanın cezasını çekersiniz. Yeni emperyalizm düzeninde, sistemin, ezdiği ülke insanlarının uyanması önlenir; Ulusal kurtuluş savaşları, nükleer patlamalardan daha korkunç olarak nitelenir.. Görülen o ki, yeni emperyalizm,. Halkların gerçeği görüp savaşma bilincine erişinceye denk dünyayı sömürecektir. ABD'nin küresel ihtirası o güne kadar dünyayı sömürmekle yetinmeyecek, daha ötelere, evreni sömürmeye adım atacaktır.
ABD’nin şımarık çocuğu İsrail, Trump’un 20 maddelik barış planına bile uymayarak yer yer katliama devam etmektedir. Çünkü ABD Siyonizm’in, Evangalizmin ve masonların işgali altındadır.
Bizzat Amerikan devletinin kurucuları arasındaki 45 kişiden 37 tanesi masondur… Masonlar da Siyonizm’in dirsek temasındaki dostlarıdır. Bunlar sömürmek istedikleri ülkelerde siyasetçisini, iş adamını, bürokratları, hatta generalleri mason yapar kendi hizmetlerine amade ederler.
