Eğitimde Yeni Yönelim: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Üzerine Bir Değerlendirme
“Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum hâlinde yaşatır ya da esaret ve sefalete sevk eder.”
— Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Millî Mücadele döneminden itibaren inkılaplar boyunca eğitimi öncelikli görmesi ve bu konuda ısrarla durması, yukarıdaki sözünün ne kadar derin bir anlam taşıdığını göstermektedir. Günümüzde bilgi, ekonomi ve teknoloji gibi kritik alanların belli toplumların elinde toplanması ve bu kaynaklarla dünya ülkeleri arasında fark yaratılması, bizlere bir kez daha eğitimin belirleyici rolünü hatırlatmaktadır.
Bu gerçeğin farkında olan ülkeler, çağın gereklerine uygun, toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek bireyler yetiştirmek için eğitim politikalarını ve modellerini sürekli güncelleme yoluna gitmektedir. Ancak bu tür yenilikler her zaman toplumun tüm kesimleri tarafından kolaylıkla benimsenmemiş; bazı reformlar zamanla kabul görmüş, bazıları ise çeşitli nedenlerle uygulamaya geçirilememiştir.
Bugün ise Türkiye'de; eğitimcilerden öğretmenlere, velilerden öğrencilere kadar pek çok kişi, *“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni konuşmakta ve tartışmaktadır. Modelin merkezinde yer alan önemli bir kavram ise **“farklılaştırma”*dır.
Farklılaştırılmış Öğretim Nedir?
Millî Eğitim Bakanlığı'nın maarif modeline ilişkin yayınladığı öğretmen kılavuzunda farklılaştırılmış öğretim; “öğrencilerin farklı ilgi alanlarına, yeteneklerine ve hazırbulunuşluk düzeylerine göre şekillendirilen bir eğitim yaklaşımı” olarak tanımlanmıştır. Bazı özel kurumların “kişiye özel eğitim” adı altında benzer uygulamalara yöneldiğini görmekteyiz. Ancak ne yazık ki, bu uygulamaların pek çoğu sahada yeterince etkili şekilde hayata geçirilemiyor. Bu durum yıllar boyu bize danışan olarak gelen öğrenci ve veli sayısından ve onların hikâyelerinden çıkardığım açık bir sonuç.
Kılavuzda özellikle üzerinde durulan ve benim de alanım gereği önemle vurgulamak istediğim bir benzetme var:
“Tek beden herkese uymaz.”
Bu benzetme, geleneksel sınıflarla farklılaştırılmış sınıflar arasındaki temel farkı gözler önüne seriyor. Geleneksel sınıflarda başarı tek bir ölçütle tanımlanmış ve tek yönlü bir zekâ anlayışına odaklanılmış. Farklılaştırılmış sınıflarda ise çoklu zekâ türlerine yer veriliyor, bireyin başlangıç noktasına göre ulaştığı gelişim düzeyi esas alınıyor. Yani mükemmellik herkes için aynı yerde değil, bireyin kendi yolculuğunda ulaştığı noktada aranıyor.
Ölçme Araçları Değişecek mi?
Bu noktada önemli bir soru ortaya çıkıyor:
“Ölçme ve değerlendirme araçları da değişecek mi?”
Örneğin, 8. sınıf öğrencilerinin girdiği LGS ve lise öğrencilerinin girdiği YKS gibi merkezi sınavlara farklılaştırma nasıl yansıyacak? Bu sınavlar bireysel farklılıkları nasıl ölçecek? Ya da sınıf içinde uygulanan yazılı sınavlar her öğrenciye özel mi hazırlanacak? Yoksa farklılaştırma yalnızca ders anlatım teknikleriyle mi sınırlı kalacak?
Bu sorulara şu aşamada net bir yanıt vermek oldukça güç. Keşke sizlere bu yeni modeli çok daha net ve açıklayıcı bir şekilde aktarabilseydik. Ancak görünen o ki, modelin etkisini ve başarısını uygulama sürecinde birlikte izleyip, öğrenci çıktıları üzerinden değerlendirme fırsatı bulacağız.
Bu Süreçte Eğitimcilere ve Velilere Düşen Görev Nedir?
Belirsizlikler içinde en sağlam duruş, temel kazanımlar üzerine inşa edilen eğitimdir. Her sınıf düzeyinde öğrencinin kazanması gereken yeterlilikler, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından her yıl yayımlanmaktadır. Eğer bir öğrenci, kendi sınıf düzeyine uygun kazanımları sağlıklı bir şekilde edinebiliyorsa; sistemin adı, modeli ya da yöntemi ne olursa olsun, gireceği sınavlara hazır olacaktır.
Bu yüzden modelin nasıl şekilleneceğinden çok, bizlerin bu süreçte öğrenciye doğru rehberlik edip temel kazanımları kazandırma sorumluluğuna odaklanmamız gerekiyor.


