Merhaba Değerli Ünye Kent Okuyucuları,
Son yazımızda kültürle büyüyen çocuklardan ve eğitimden bahsetmiştik. Bugün ise aynı kültürel bağın, günlük hayatımızda nasıl canlı bir şekilde yaşadığını ve nesilden nesile nasıl aktarıldığını konuşmak istiyorum. Çünkü folklor, sadece geçmişin bir yansıması değil; yaşamımızın her anında kendini gösteren, bizleri birbirimize bağlayan güçlü bir hafızadır.
Günümüzde “folklor” kelimesini duyduğumuzda çoğumuzun zihninde canlanan ilk şey, sahneye çıkıp yöresel kıyafetlerle oynanan halk oyunları oluyor. Elbette halk oyunları folklorun bir parçasıdır, ama folkloru yalnızca bu dar çerçeveye sıkıştırmak büyük bir yanılgıdır.
Folklor, İngilizce “folk” (halk) ve “lore” (bilgi, öğreti) kelimelerinin birleşiminden doğmuş bir kavramdır. Yani “halk bilgisi”, “halkın ürettiği ve yaşattığı kültürel birikim” anlamına gelir. İçine atasözlerinden masallara, bayramlardan yemek kültürüne, el sanatlarından günlük ritüellere kadar sayısız unsur girer. Kısacası folklor; halk oyunlarının da, türkülerinin de, dilimizin renkli deyimlerinin de ortak adıdır.
Bir kelimenin iki farklı alanda nasıl farklı karşılıklar bulduğunu folklor örneğinde açıkça görebiliriz. Teorik olarak halkbilimi disiplini içerisinde “folklor”, halkın ürettiği ve yaşattığı tüm kültürel birikimi kapsayan bir kavramdır. Ancak popüler kültürde bu kelime çoğu zaman yalnızca “halk oyunları” ile eş anlamlıymış gibi kullanılmaktadır.
Bugün bir çocuğun oyun sırasında söylediği tekerleme, sofraya otururken edilen dua ya da komşuya giderken götürülen bir tabak yemek folklorun ta kendisidir. Yani folklor, yalnızca sahnelerde değil, mutfakta, sokakta, bayram ziyaretlerinde, hatta sosyal medyada paylaştığımız mizah ürünlerinde bile yaşar.
İşte tam bu noktada müzeler devreye girer. Ünye Yaşayan Kültürel Miras Müzesi, folkloru yalnızca bir ‘geçmiş mirası’ gibi vitrinlere koymaz; onun yaşayan tarafını görünür kılar. Sergilenen bir bakır kazan, sadece bir mutfak eşyası değildir; onun etrafında pişen keşkeklerin, bayram sabahı kavrulan kahvenin, komşular arasında paylaşılan sohbetlerin de tanığıdır. Bir beşik, yalnızca bir ahşap parçası değil; Ünye türkülerinin eşlik ettiği ninnilerin, bebeğin ilk gülüşünün ve ailenin kurduğu hayallerin taşıyıcısıdır. Bir çift el dokuması kilim, yalnızca zanaatkârlığın değil; motiflerine işlenmiş Karadeniz’in dalgalarını, fındık bahçelerinin bereketini ve duaları da barındırır. Eski bir kemençe ya da davul-zurna ise, sadece müzik aleti değil; düğünlerin coşkusunu, yayla şenliklerinin ritmini ve toplumsal birlikteliğin sesini taşır. Hatta kullanılan bir fındık sepeti bile yalnızca bir araç olmaktan çıkar; bahçede geçirilen mevsimlik emeği, imece usulünü ve paylaşma kültürünü hatırlatır. Cenazelerde bir araya gelinen imece örnekleri de folklorun gündelik hayattaki sürekliliğini gösterir; komşular, akrabalar bir araya gelir, birlikte toprak kazanları taşır, yemek hazırlar ve yas sürecinde dayanışmayı somutlaştırır.
Folkloru halk oyunlarına indirgemek, bu zenginliği gölgelemek olur. Oysa folklor, bizim gündelik hayatımızı anlamlandıran, kimliğimizi besleyen ve bizi birbirimize bağlayan en güçlü kültürel hafızadır.


