Bazen bir mesaj, bazen soluk bir fotoğraf, bazen de hiç beklemediğiniz bir koku… İnsan zihnini bir anda yıllar öncesine götürüverir. Geçmiş, öyle anlarda usulca dokunur omzumuza. Ne bağırır ne çağırır. Sadece hatırlatır. Ve insan, hatırladığı şey kadar olur. Bu hatırlar bazen insanın hayatını alt üst ederken, bazen de pamuktan hafif, bulutların üstündeymişçesine hissettirir.
Geçenlerde telefonuma düşen bir fotoğraf, beni tam 21 yıl geriye götürdü. İlkokul öğretmenimin tayini çıkmış. Bizlere zamanında dağıttığı, üzerine duygularımızı ve hayallerimizi yazdığımız hatıra kartlarını yıllar sonra tek tek bulup göndermiş. Çocuk kalbimin harf harf döküldüğü, cümlelerin devrik olduğu ve zaman zaman da harfleri karıştırdığım o kâğıda yeniden baktım. Tanıdık bir yazı, tanıdık bir umut, tanıdık bir masumiyet… Ama en çok da tanıdık bir şefkat vardı o satırlarda. Gözlerim doldu. Çünkü bazı insanlar yalnızca öğretmez, insanın kalbine de dokunur.
Şimdi dönüp hayatıma baktığımda şunu daha iyi anlıyorum: Hayattaki en büyük şans, merhametli bir aileye doğmak ve merhametli bir öğretmenin kucağına bırakılmaktır. Çünkü sadece o ailede karın doymaz, oyuncak alınmaz. Hayatın ilmek ilmek işlenir. Daha güvende, daha kararlı olursun. Çünkü o öğretmen sadece okuma yazmayı değil, insan olmayı, insan kalabilmeyi öğretir. Yanlış yaptığında korkutmadan düzelten, başını okşayarak yüreğini büyüten, başarısız olduğunda seni değil umudu ayağa kaldıran bir öğretmene denk gelmektir en büyük şans. Çünkü çocuklar bilgiden önce güvene ihtiyaç duyar. Ve bazı öğretmenler bunu sessizce verir.
O küçük sınıfta sadece harfleri öğrenmedik biz. Beklemeyi, paylaşmayı, özür dilemeyi, sevinci bölüşmeyi de orada öğrendik. Bize yalnızca defter tutmayı öğretmediler. Sevgiyi, güveni, merhameti ve bir eli tutmayı da öğrettiler. Bir çocuğun dünyasında öğretmen bazen annedir, bazen baba, bazen de umut. Ve insan, hangi yaşa gelirse gelsin, kalbinde taşıdığı o ilk güven duygusunu bir daha asla unutmaz.
Yıllar geçti. Saçlar uzadı, yollar ayrıldı, şehirler değişti. Ama bazı anılar hiç eskimedi. Çünkü onlar zamana değil, kalbe yazılmıştı. O hatıra kartındaki çocukça cümleler bugün bana şunu hatırlattı: İyi anılar biriktirmek, hayatta biriktirilebilecek en sağlam servettir. Paranın, makamın, unvanın geçemediği yerlere dostluk geçer. Başarıdan önce merhamet, sevgi kalır.
Belki de bu yüzden bugün hâlâ bazı insanlara içim hemen ısınır. Belki de bu yüzden bu mesleği seçtim. Çünkü çocukken bir öğretmenin bakışıyla sevildiğim için, büyüyünce de sevgiye yabancı kalamadım. Bir çocuğun hayatına değen her söz, yıllar sonra başka hayatların da kapısını aralayabilir. Hani derler ya bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir askeri, bir asker bir orduyu, bir ordu da bir ülkeyi kurtarır. Bende diyorum ki bir öğretmen bir öğrenciyi, bir öğrenci bir toplumu büyütebilir. Bu zincir, görünmez ama çok güçlüdür.
O fotoğrafa bakarken sadece kendimi değil, sınıf arkadaşlarımı da gördüm. Kimimiz bambaşka şehirlerde, kimimiz başka mesleklerde, kimimiz başka hayatların içindeydi. Ama hepimizin ortak bir geçmişi vardı. Aynı merhametli yürekten geçmiştik. Ve sanırım insanın hayatta sahip olabileceği en büyük ortaklık, temiz bir çocukluk hatırasıdır.
İyi anılar, insanın içindeki fenerdir. Karanlıkta yol gösterir. İyi dostluklar ise insanın en güvenli sığınağıdır. Hayat, çoğu zaman serttir ama merhametle değen eller sayesinde yumuşar. Bir öğretmenin kalpten uzanan eli, bir ömür boyu tutulur. Bugün geriye dönüp baktığımda şunu tüm kalbimle söyleyebilirim: Bazı insanlar hayatımıza sadece girmez, hayatımızı inşa eder. Ve bazı öğretmenler, yıllar geçse de öğrencilerinin yüreğinde hâlâ ders vermeye devam eder.


