HÜSEYİN OKUŞ


İnkârcıların Hoşuna Gitmese de

Müftü


“Öyleyse ey mü’minler kâfirlerin hoşuna gitmese de her türlü şirk ve gösterişten uzak durup ibadet ve taati yalnızca Allah’a has kılarak O‘na yalvarın”.(Mü’min suresi,14)

Kâinattaki düzenin işleyişinden, yıldızlara galaksilere kadar, güneş sisteminden milimetrik hesaplarla hiçbir arıza vermeden yedi kat semanın varlığı, hareket hali iman edenler için Allah’ın varlığına, birliğine en büyük delildir.

Yine yeryüzünde milyarlarca çeşit canlının ve her birinin ayrı popülâsyonlarının var oluşu bir kudretin, bir gücün ifadesidir. Kışla birlikte ölüm hali yaşayan kâinatın (yeryüzünün)  ilkbaharın ve yazın gelmesiyle tekrar canlanması yeni bir hayata merhaba demesi ancak Yüce Yaratıcının hem “kudret” sıfatıyla hem de “hikmet” sıfatlarıyla açıklanabilir. 

Kudret: Mülkiyet, hâkimiyet manasında Allah’a nispet edilen zati sıfatlardandır. Yani Allah’ın zatının âlemle münasebetini konu edinen sıfatlardan biridir. Allah’ın nesneleri ve olayları özellikle sorumluluk doğuran beşeri fiilleri, ezelde planlayıp zamanı gelince yaratması anlamına gelir.(İslam Ansik. Kavram.)

Hikmet: Allah bir işi arzularına göre değil hikmetinin gereği olarak yapan demektir. Yani sünnetullaha (Allah’ın Kanunlarına ) uygun bir şekilde gerçekleşmesidir.

Bütün bunlara iman edenler aslında samimiyetle taati Allah’a has kılarlar. Allah’ın kullarından da istediği şey tam da budur. İnkâr edenler bütün bu güç ve kuvveti başka sebeplere bağlaması Allah’ın birliğine ve gücüne bağlamaması bir inkârın bir şirkin ifadesidir. İşte Rabbimiz tamda burada ki inceliği görmekten bahsetmektedir.

Ayetler kâinatın o eşsiz dengesiyle birleştiğinde anlama ve iman etme gücüne can verir. Tıpkı gökyüzünden inen yağmurların yeryüzüne otlara, çiçeklere böceklere can verdiği gibi ve bununla canlıları beslediği gibi.

Peygamber Efendimizin hadislerinde ifade ettiği şu üç hal aynı zamanda müminin halidir, 

“Şu üç şeye sahip olan imanın tadına varmıştır. Allah ve Rasulünü her şeyden çok sevmek. Yaratılanı (insanı) Allah için sevmek. İman ettikten sonra, ateşe düşmekten korktuğumuz gibi tekrar küfre dönmekten korkmaktır. ( Buhârî, Îmân 9  )

Burada ki ifade tabi ki sadece sözle Allah’ı ve Peygamberi seviyorum ifadesi değildir. Onlara itaat ve kulluğu O’na hasretmedir. O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Bütün gücün ve kuvvetin ondan olduğuna yakini bir imanla teslim olmaktır. Yani imanın gücü de ihlâstır. Devamındaki ifadelerde de bir samimiyet ifadeleri görülmektedir. Samimi bir insan doğru yolu, en iyisini bulduktan sonra daha kötüsüne dönüş yapar mı? Asla yapmaz ve yapmamalıdır.

İşte ihlâs ve samimiyetten kasıt Yüce yaratıcının bütün bu künhüne vakıfiyetten sonra gereğini yapabilme erdemliliğidir.

İnkârcılara ve o sıfata sahip olanlara gelince aynı tavır ve hali onlardan beklemek mümkün müdür?

Birincisi böyle yaratılmış mükemmel bir düzeni/sistemi Allah’a değil başka sebeplere bağlamaktadırlar. Bunu Allah’ı inkar ederek ortaya koymaktadırlar.

İkincisi ise bütün bunları görmezden gelmek bir samimiyetle, bir doğruluk nişanesi ile ifade edilebilir mi?

Güncel ifadesi ile bugün uzaya, aya ve diğer gezegenlere yolculuk yapan astronotların inançları bir tarafa, ifadeleri şudur;  Ne kadar mükemmel, eşsiz ve kusursuz işleyen bir sistem ve sayısız nimetlerin olduğunu içinde yaşadığımız dünyaya dışarıdan baktığımızda daha iyi görmekteyiz diyerek hayranlıklarını ortaya koymaktadırlar. Böyle tarafsız bir gözle bile bütün bunların arkasında da eşsiz bir güç olduğu ispatlanmış olmuyor mu?

 İşte onların anlayışı (inkârcıların, şirk toplumunun) Cahiliye devrinde taptığı putunu yeri geldiğinde yediği veya yok edip ortadan kaldırdığı bir anlayış gibidir.

O gün inkârcı şirk koşanın karakteri ne ise bu gün de aynısı olduğunu bu yüzyılın zirvesinde bile şahit olmuyor muyuz?

Sağlam bir inanca sahip mü’min; İnkârcıların hoşuna gitmese de o ibadeti ve taati yalnız Allah’a has kılarak samimiyetini ortaya koyar.

 

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593