Merhaba Ünye Kent Okuyucuları,
Ünye Yaşayan Kültürel Miras Müzesi’nde her gün, kültürün ne kadar dinamik ve çok katmanlı bir yapı olduğunu yeniden görüyorum. Geleneksel bilgi, yalnızca geçmişten devraldığımız bir miras değil; bugün karşılaştığımız insanların hafızasında yaşayan, yeniden yorumlanan ve bazen de farkında olmadan aktarılan bir süreç aslında.
Müzeye gelen her ziyaretçinin bakışı, sorusu veya paylaştığı küçük bir hatıra, kültürel pratiklerin günümüzde nasıl algılandığına dair önemli ipuçları taşıyor. Kimi zaman bir çocuğun yönelttiği basit bir soru, kimi zaman yaşlı bir teyzenin yıllardır kimseye anlatmadığı bir ayrıntı, kimi zaman da genç bir annenin kendi ailesindeki değişimleri fark edişi… Hepsi, kültürün kuşaklar arasındaki yolculuğunu gözler önüne seriyor.
Bu nedenle müzemiz sadece geçmişin eşyalarını barındıran bir mekân değil; kültürün bugünle temas ettiği bir karşılaşma alanı. Ziyaretçilerimiz, aslında birbirlerinin tamamlayıcısı olan küçük parçaları taşıyor; biz de bu parçaların nasıl bir bütün oluşturduğunu her gün yeniden keşfediyoruz.
1.Bir eşya, bir hafıza demektir.
Geçen gün yaşlı bir amca, köşede duran eski el değirmenine uzun uzun baktı. Parmaklarıyla taşın kenarını yokladı ve hafifçe çevirmeye çalıştı. Sonra gözleri dalarak,
“Biz mısırı böyle öğütürdük, evin en önemli sesi buydu. Annem sabah namazından sonra bunu çevirirdi...” dedi.
O an anlaşılıyor ki müzedeki her eşya bir hatıra kapısı. İnsan dokundukça geçmiş kendini yeniden hatırlatıyor. Bazı nesneler hafızayı öyle güçlü tetikliyor ki, ziyaretçi aslında kendi hikâyesini de müzenin bir parçası hâline getiriyor.
2. Çocuklar merak ettikçe kültür nefes almaya devam eder.
Okul ziyaretleri müzenin en hareketli saatleri. Çocukların merakı, kültürün bugün hâlâ canlı olduğunun en somut göstergesi. Sordukları sorular bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor. Bazı hatırladıklarımız ve not aldıklarımız ise şöyle;
-Elektrik yoksa nasıl ısınıyordunuz?
-Bu değirmenle gerçekten mısır döner mi?
-Düğünlerde neden eline kına yakıyorlardı?
-Bu sepetle fındık taşımak zor değil miydi?
-Anneanneler bu lambayla mı masal anlatıyordu?
-Bu kilimin desenleri neden böyle yapmışlar?
-Gaz lambası yanınca oda gerçekten aydınlanıyor mu?
-Oyuncak arabanın tekeri demirden mi?(tornet/bilyeli araba için)
-Çamaşırı makine yokken nasıl yıkadılar?
-Bu kapı sürgüsü hırsız gelince nasıl korunuyordu?
-Bu kazanı kaç kişi kaldırıyordu?
-Bu topacı nasıl döndürüyordunuz? İpi nereye bağlıyordunuz?
-Karagöz ve Hacivat gerçek insanlar mıydı?
Her soru, çocuğun kültürle kurduğu ilk bağın bir işareti.
Bir eşyanın bir çocuğun gözünde yeniden canlanması, kültürün geleceğe doğru yürüdüğünü gösteriyor. Merak oldukça kültür kaybolmaz; şekil değiştirerek yaşamaya devam eder.
3. Her ziyaretçinin anlattığı küçük bir hikâye, büyük bir belleği tamamlar.
Müzede en değerli şeylerden biri, ziyaretçilerin anlattığı hatıralar. Çünkü her hikâye, sergilenen eşyanın anlamını biraz daha derinleştiriyor.
Bir teyzenin eski bir düğünde yapılan kına ritüelini anlatışı…
Bir dedenin sabah ezanıyla yola çıkıp pazara yürüyerek gidişi…
Bir genç annenin babaannesinden öğrendiği türküyü, vitrinin önünde mırıldanışı…
Ve geçenlerde kırklama geleneğini anlatırken yaşlı bir teyzenin sessizce eklediği o cümle:
“Biz çocuğun yüzüne biraz da un sürerdik… Hem kırkı çıksın diye hem de ‘Yaşlılığını da görmek nasip olsun’ diye.”
Bu küçük ayrıntılar, geleneklerin sadece bir ritüel değil; aynı zamanda bir temenni, bir dua, bir iyilik dili olduğunu hatırlatıyor. Ziyaretçiler anlattıkça, kültür bir vitrine kapanmaktan çıkıyor; yaşayan bir hafızaya dönüşüyor.
Sonuç
Yaşayan Kültürel Miras Müzesi’ne gelen herkes (çocuk, genç, yetişkin,yaşlı) aslında bize bir şey öğretiyor.
Kimisi bir ayrıntıyı hatırlatıyor,
kimisi bir geleneğin duygusal tarafını,
kimisi ise kültürün nasıl değiştiğini gösteriyor.
Biz ise her gün şunu yeniden anlıyoruz:
Kültür, anlatılabildiği sürece yaşar. Ve bu müze, o anlatıların buluştuğu güzel duraklardan biri.


