FATMA CANBULAT ERDEM


Ünye’nin 80’li Yılları

Mavi Anne


1981 yılında Ünye Orta Okuluna başlamıştım. O zamanlar beş yıl ilk okul, üç yıl orta okul, üç yıl liseydi. İlkokul beşte sınıfın en çalışkanlarını seçerdi öğretmen ve onları özel olarak Kolej sınavına hazırlardı. Kimse benim çocuğum da mutlaka girmeli bu sınava demezdi sanki, öyle hatırlıyorum. Öğretmenin uygun gördüğü çocuklar girerdi sınava, kazananlar ise Samsun Kolejine giderdi, bir yıl İngilizce hazırlık okuyup, eğitimlerine orada lise bitene kadar devam ederlerdi. Bizim sınıftan Eczacı Yusuf Amcanın kızı, yakın arkadaşım Pelin kazanmıştı Koleji. Onun için mutlu olmuştuk ancak, bizimle birlikte okuyamayacak diye de üzülmüştük. 

O zamanlar aileler çocuklarını at yarışına hazırlar gibi o kurs senin, o özel ders benim koşturmazdı. Biz diğer çocukların okuduğu okullar sırası ile, ortaokul ve liseydi. Bazı aileler de liseden sonra bir meslekleri olsun diye çocuklarını, imam hatipe, teknik liseye, ticaret lisesine veya kız meslek lisesine gönderirlerdi. Küçük yerde büyümenin avantajlarından biri, ilk okuldaki arkadaşınla lise bitene kadar aynı sınıfta okuma şansının olmasıydı. 

O nedenle de, Anafarta İlkokuluna  birlikte yürüdüğümüz Songül (Sanioğlu) ile Ünye Orta Okulu ve Lisesine de birlikte gittik, aynı sınıfta bitirdik eğitim serüvenimizi. Yürüyerek giderdik biz okula, o zamanlar okul servisi kavramı bizim dağarcığımızda yoktu. Sabahçı ve öğlenci öğrenciler vardı, beslenme çantamız da yoktu bizim. Yarım gün okulda olduğumuz için, okuldan çıktığımızda yemeğimizi evde yerdik. En fazla bir gazoz, bir bisküvi atıştırırdık teneffüslerde. 

Orta okula Hamidiye Mahallemizdeki evden giderken Dişçi Fevzi (Kılıç) Amcanın kapısında Songül’le buluşup, sık çam ağaçlarıyla bezeli, Arnavut kaldırımlı yokuşu inerdik gülüp konuşarak. Sağ kolda kalan Kalemenlerin evini geçince, sol koldaki Müfide Halamın penceresine bir göz atardım, Recai (Kılıç) Amcam Kılıç Otelin verandasında Arif (Korkmaz) Amcam ile oturup, çay içerek sohbet ederdi çoğunlukla.

Saray Camisinin Şadırvanında oturan yaşlı amcalar birbirleriyle şakalaşırlardı. Biz Gavakdibine geldiğimizde, başka mahallelerden orta okula yönlenmiş diğer öğrencilere rastlardık. Paşabahçe’nin taş duvarları bize her zaman olağan üstü gelirdi. Şanslıysak, elimizin uzanacağı mesafede taşların arasından, bize başını sarkıtmış bir aslanağzı çiçeği görürdük. Ona ulaşabilmek bizim için önemli bir meseleydi, aslan ağzını parmaklarımızın arasına alıp, çiçeğin aslan ağzı gibi açılıp kapanmasını test etmeyi severdik.

Askerlik Şubesi’nin üstünden kestirme de gidilirdi okula ama, biz sahil yolundan şubenin önünden yürümeyi severdik. Nedense bir gün bile caddeyi geçip deniz kenarındaki sahilden yürümemiştik, adeta o taraf bize yasaktı. Askerlik Şubesinin iki katlı yemyeşil bahçe içindeki şahane binasını geçince, yorgancı vardı ve biz o vitrine bakmadan geçemezdik. Yorgan iğnesi elinde, yorganların arasında sadece bedeninin üstü görünen yorgancı, saten ve kadife yorganların arasında sanki başka bir alemdeymiş gibi gelirdi bana. Kocaman yorgan iğnesi elinde özenle diktiği, şahane desenler verdiği, rengarenk, ipek saten, incili, kadife yorganlara hayranlıkla bakardık.

Yorgancının üstünde ünlü tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy’un anne ve babasının oturduğunu duymuştuk. Her geçişimizde kafamızı kaldırıp pencereye bakardık, belki de bir gün Ferhan Şensoy’u görebilirdik. Neden olmasın? Gerçi annesini görünce de mutlu olurduk, ünlü bir oyuncunun annesi Ünye’de yaşıyordu. Ne gurur verici bir durum öyle değil mi?

Yalı Kahvesine doğru yürürdük 80 ihtilalinin izleri silinememişti daha Ünye’de. Ben çocuk aklımla bilirdim, ihtilalden önce Ünye’de Meydanda Cücür’ün köşesinde, Yalı Kahvesinde yeşil parkeli veya değişik bıyıklı gençlerin durduğunu. Onların bazısına sağcı, bazısına solcu dendiğini. Ama birbirlerinden ne alıp veremediklerini anlayamazdım. Neden kardeş kardeşe düşman olmuştu? Komünist, Ülkücü, Selamet Partili diye tüm gençler guruplara ayrılmış birbirleri ile anlaşamaz olmuştu. Cumhuriyet Gazetesi ve Tercüman Gazetesi okuyanlar dahi farklı fikirleri savundukları için karşı karşıya gelmişti.

Yalı Kahvesi’nden tedirginlikle geçer, sola dönüp yokuşu çıkar yürümeye devam ederdik. Sağda Kokulular’ın çok görkemli bahçe içindeki evine merakla bakar, bahçenin, ağaçların, çiçeklerin güzelliğine hayran kalırdık. Yokuşun köşesindeki eski ve bakımsız binayla ilgili hayaletli hikayeler duymuştuk, onun yanından hızlıca ve biraz da ürkerek geçerdik. 

Okula geldiğimizde yerinde duramayan oğlanların ders zili çalmadan top oynama derdinde olduğunu görürdük. Biz kızlar ise, ilk okulu bitirdiğimiz için kendimizi çok büyümüş hissettiğimizden daha aklı başında davranırdık. En fazla okulun bahçesinde iki, üç kız bir arada elimiz cebimizde yürür, oğlanların dedikodusunu yapardık gülüşerek. “Kim kim ile çıkıyormuş, aaa el ele mi tutuşmuşlar, şu yeni gelen çocuk da yakışıklıymış” gibi. 

Orta okulda her derse fark öğretmenin girmesi inanılmazdı, her biri ayrı bir Dünyaydı benim için. İlk okulun beş yılını aynı öğretmenle okuyunca, orta okul bana çok heyecanlı ve eğlenceli gelmişti. Hayran olduğum öğretmenlerin derslerine daha çok çalışır, onların gözüne girmeye gayret ederdim. Ünye Orta Okulu ve Lisesinden mezun olup da Üniversiteyi kazanamayan çok az olurdu. Çok başarılı öğretmenleri, eğitim sistemi ve öğrencileri vardı Ünye’nin. 

Selam olsun Ünyeli Öğretmenlere ve Öğrencilere...

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593