ARİF TAKICI


Ver Baba Yiyelim

Güncel


Çocuğunuza hiç sorumluluk vermediğinizi, ama bunun yanı sıra abartılı harçlık verdiğinizi ve böylece onu tembelliğe ve gereksiz harcamaya alıştırdığınızı düşünün…  Beleşten geçinmeye alışan çocuğunuz bir gün başına ve başınıza bela olur değil mi?  

İşte biz toplum olarak şu anda tam da bu gerçekle karşı karşıyayız!  

Adam arazisini bırakıp şehre inmeyi yeğlemiş, ama her şey umduğu gibi gelişmiyor… Sonra, hem ekonomik, hem de sosyal sıkıntılar tavan yapıyor. En kestirme yoldan Kaymakamlık kanalından devlete ulaşıyor, ver baba yiyelim diyor.  Buda yetersiz gelirse başta Belediyeler olmak üzere sivil toplum kuruluşlarından yardım talep ediyor. 

      

Elbette devlet de,  diğer kurumlar ve vatandaşlar da gereken insanlara yardım etmelidir.  Komşusu açken tok yatan bizden değildir diyen merhamet Peygamberinin öğüdünü hayatına uyarlayan bir milletiz.  Ancak, bu manada ki sorunların sadece yardım verilerek Çözülemeyeceği de aşikâr. Tamam… Devlet de zaten sadece yardım vermiyor,  Kaymakamlıklar Valilikler nezdinde meslek edindirme kursları açıyor, yine KOSGEB kanalıyla vatandaşlarını özendiriyor müteşebbis olma kanalını zinde tutmaya çalışıyor. Fakat köydeki arazilerin boş bırakılması ve şehre inilmesi, sonrada her şey yolunda gitmeyip çeşitli sorunlarla karşılaşılması ve ilk adımda yardım talep edilmesi, ancak yardım talep edilenlerce herhangi bir katma değer üretilememesi, gibi olumsuz hususlar Devletin bu durumda ki kişileri müteşebbis yapma eyleminden daha at başı hızla önde ilerliyor.  

           

Geçtiğimiz günlerden birinde köydeki yerleşkesini bırakıp şehirde kiraladığı bir eve taşınan, ama türlü mağduriyetler yaşayan bir ablayla aramızda şu konuşma geçti: Çocuklar neredeler? Hepsi evli… Kimi İstanbul da çalışıyor, kimisi de Ünye de.   

Peki, sen köyde otursan, ineğin olsa, tavukların olsa, bağınla bahçenle uğraşsan, böylece hem masraflarında az olur, rahatça geçinip huzurlu da bir hayat yaşarsın, olmaz mı?  

Ahh ah,  gücüm yetmi, odun kesemik… Burda devlet kömürümüzü veri, sona urda hasta olsak hasteneye yetişemik, ne yapalım, çoluk çocuk urda olmınca biz de burya geldük işde.   

    

Bu iş böyle gitmez! Devlet de gitmeyeceğini biliyor zaten. Çok uzak değil, yakın bir zamanda köy kökenli sebze meyveleri bulamayacağız!  Biz işi böyle tembelliğe vuralım bakalım vurdumduymazlığımız nereye varacak!  Nereye varacağını bilmek için kâhin olmaya da gerek yok aslında.   

Peki, ne mi olur?   Zaman ve arz talep meselesi ile piyasanın gerçekleri tezahür eder…  Çok uzak olmayan bir zaman içerisinde bizim tembellik göstererek işlemediğimiz o araziler yerli ya da küresel tarım şirketlerince ve kooperatiflerince kiralanır, işlenir, hem iç talebe göre içte tüketiciye sunulur, hem de profesyonel bir dönüşümle dış pazarlar bulunur, ihracat yapılır.  

Ha…  Bu arada bazıları kahrolsun emperyalizm, sömürü düzenine hayır, ülke topraklarını sattırmayız da kullandırmayız da, diye bağırır tabi.  Ama buna geçmiş olsun denir… Bağıran bağırdığı ile kalır, tembelliğimiz baki kalır, evlerinize  bu şirketlerin ürünlerinin girmesi sağlanır,  köyünüze gitmekte sanki eliniz ayağınız bağlanır, biz ne yaptık deyüp bazen yüreğiniz dağlanır,  çoğunuz mazinin avuntusu ile oyalanır… Ağlamayın ve yüreğinizi dağlamayın çünkü  bu şirketlere verdiğiniz kendi arazinizde size de bir iş ayarlanır!!!   

 

Sonra,  boz öküz hikâyesi aklınıza gelir, ya da biri size anlatır… Biz ne yaptık da böyle olduk diye söylersiniz, yine de el oğlunun ürettiğini afiyetle yersiniz, ah eli nasırlı anam ne güzelde bahçe yapardı, domatesin kokusu yüz metreden fark edilirdi dersiniz, eskiyi yad edip boş yere översiniz. Bazen de ne oldu bize deyip belki dizinizi döversiniz 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593