Merhaba Değerli Ünye Kent Okuyucuları
Bu hafta köşemde, iki gün önce Ankara’da tanıtımı yapılan “Yaşayan Miras Okulu” projesinin konuşmalarına yansıyan çerçeve üzerine değerlendirmelerimi yapacağım.
24 Aralık’ta Ankara 15 Temmuz Demokrasi Müzesi’nde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Yaşayan Miras Okulu” projesi kamuoyuna tanıtıldı. İlk bakışta, ciddi bir kurumsal iradenin ve uzun vadeli bir kültür politikasının işareti olarak duran bu girişim, tanıtım toplantısında Bakan Mehmet Nuri Ersoy’un yaptığı konuşmayla da bu izlenimi güçlendirdi.
Konuşmayı dinlerken, projenin bugünden tamamlanmış bir model sunmaktan ziyade, kültürle nasıl bir ilişki kurulması gerektiğine dair güçlü bir niyeti ortaya koyduğunu düşündüm. Bu yönüyle Yaşayan Miras Okulu, sonuçlarından çok hedeflediği yönle dikkat çeken ve üzerinde durulmayı hak eden bir girişim izlenimi verdi.
Konuşma boyunca öne çıkan vurgu “yaşayan miras” kavramıydı. Kültürel mirasın yalnızca korunacak ya da kayıt altına alınacak bir alan olmadığı, hayatın içinde karşılık bulması gerektiği dile getirildi. Miras, geçmişte bırakılacak bir yükten çok, bugünün çocukları ve gençleriyle temas etmesi gereken bir alan olarak tarif ediliyordu.
Belki de konuşmada en vurucu kelime “okul”du. Çünkü “okul” denildiğinde ister istemez diploma, not, müfredat gibi kavramlar akla geliyor. Anlatılanları dinlerken, bana göre burada kastedilen şey, alıştığımız anlamda bir okuldan biraz farklıydı. Diploma, not ya da klasik bir müfredat olup olmayacağını şu aşamada bilmiyoruz. Ancak konuşmada öne çıkan vurgu, daha çok kültürle temas edilen, öğrenmenin yaparak ve yaşayarak gerçekleştiği bir alan fikrine işaret ediyordu. Usta-çırak ilişkisi, üretme ve paylaşma söylemi de “okul” kelimesinin burada bir mekândan çok bir yaklaşımı anlatmak için kullanıldığı izlenimini güçlendiriyordu.
Bu noktada Millî Eğitim Bakanlığı’nın sürece dâhil edilmesi meselesi de ister istemez akla geliyor. Tanıtımda MEB ile yürütülecek iş birliklerinden söz edildi; ancak bunun ne anlama geldiği, okul kavramının neresine denk düştüğü henüz açık değil. Bu iş birliği, formel bir eğitim yapısından çok, çocukların ve gençlerin bu alanla temasını kolaylaştıracak bir destek mi olacak, yoksa daha kurumsal bir çerçeve mi doğacak, şimdilik bunu konuşmalardan çıkarmak zor. Yine de “okul” kelimesiyle birlikte MEB’in anılması, projenin yalnızca kültür alanıyla sınırlı kalmayacağına dair bir işaret olarak okunabilir.
Projenin Ankara’da pilot olarak başlatılması ve zamanla Türkiye geneline yayılması hedefi dile getirildi. Anlatılanlar, her bölgenin kendi kültürel birikimini merkeze alan bir yaklaşımın benimsendiğine işaret ediyor.
Konuşmada projenin Yaşayan Miras ve Kültürel Etkinlikler Genel Müdürlüğü koordinasyonunda yürütüleceğinin vurgulanması, Yaşayan Miras Okulu’nun tek seferlik bir etkinlikten ziyade, Bakanlığın somut olmayan kültürel miras alanındaki çalışmalarının bir uzantısı olarak düşünüldüğünü hissettiriyor.
Bu noktada, sahada zaten yaşayan örnekler barındıran mekânlar ister istemez akla geliyor. Anlatılan çerçeve dikkate alındığında Ünye Yaşayan Kültürel Miras Müzesi gibi yerler, gündelik pratikler, yerel ustalar ve uygulamalı anlatım üzerinden çalışan yapılarıyla, konuşulan bu yaklaşımın doğal zeminlerinden biri olarak duruyor.
UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı Prof. Dr. M. Öcal Oğuz’un “aktarılmayan miras yaşamıyor” cümlesi de bu yaklaşımı tamamlayan bir hatırlatma gibiydi. Kültürün arşivlenebileceği ama hayatın içine girmediği sürece geleceğe taşınamayacağı düşüncesi, yerel örneklerin önemini bir kez daha görünür kılıyor.
Bugün için açık olan şu: Yaşayan Miras Okulu’nun yazılı bir çerçevesi, ayrı bir internet sayfası ya da kamuoyuyla paylaşılmış ayrıntılı bir yol haritası henüz yok. Bildiklerimiz, yapılan konuşmalar ve basın metinleriyle sınırlı. Bu nedenle Yaşayan Miras Okulu’nu bugün için tamamlanmış bir modelden çok, konuşulan ve şekillenmesi beklenen bir proje olarak görmek daha gerçekçi.
Nasıl bir yapıya dönüşeceğini, hangi mekânlarla ve hangi yöntemlerle ilerleyeceğini ise, konuşmalardan çok sahadaki uygulamalar gösterecek. Ancak dile getirilen niyet ve çizilen yön dikkate alındığında, bu sürecin somut ve kalıcı karşılıklar üretmesini umut verici ve değerli bulduğumu da not düşmek isterim.
Yeni yılın, bu tür kültürel girişimlerin sahada güçlendiği ve karşılık bulduğu bir dönem olmasını diliyorum.


