… Zamanın kucağında uyutup uyutup, koynuna atıyorlardı hayal kırıklarının. Ya da acılarına bırakıyorlardı, yakarışla göğe açılan avuçlarda, deva bulamamışlığın…
Velhasıl umutsal her bekleyiş, iki dudağı arasına sıkışıktı hayatın!.. Ya sıcak duygulara ayaz vurmasıydı soğukların (!) ya da soğuğunda yanarak huzuruna varıştı mutlu sıcaklıkların.
Telaşsızlığı, kuytu sürprizler işlerdi, belirsizlik kurgusu olan sabrın… O sabır ki olumsuza direniş bağışıklığı aşılardı, ağır ama emin adım dozların!..
Yüce mimar-mühendisi tarafından, tüm multidisipliner bilimlerle inşa edilmiş, akıl almaz bir âlemin evren, uzay ve bir geoidinde, biz her şeyi biliyor sanan insanlık, oysaki hâlâ bilimsel acizlikler içindeydik…
Dünyanın, yaratılıştan konmuş fiziksel çekim gücüne ilaveten; gerek kendi eksenindeki saatte bin altı yüz altmışaltı (1.666) gerekse güneş çevresindeki 107 bin 208 kilometre dönüşüyle oluşan merkezkaç kuvvetler, bilimin henüz akıl eremediği, devasa çekim güçleri doğururdu.
Bilim insanlarına göre evrendeki Ultra Hipersonik çekim güçleri olmasaydı, gerek uzaydaki gerekse dünya üzerinde her şey; atmosfer, okyanuslar, göller, nehirler v.s. uzaya fırlayacak, uzayda kaybolacaktı.
Adına evren denmiş bilinmez sınırsızlık; karanlık bir boşluğun, kaotik enkazlar yığını olacaktı. Ki bu da bize, din kitaplarındaki kıyametin, olası ki yoksa böyle kopabileceğini mi anlatırdı?
Felsefi ve bilimsel katkılarıyla bilgeliğe üniversiteleşmiş dünya bilim insanlarından Ernst Mach; deniz seviyesinde her varlığın, “Bin 235” kilometrelik bir hızla uçuyor olmasını, ses üstü (süpersonik) olarak tespit etmişti. Yüksekliğe göre değişen bu değer, adından dolayı Mak (Mach) sayısı olarak isimlendirilmişti.
Aritmetiksel toplamında dünya gezegeninin yüz sekiz bin, sekiz yüz yetmiş dört (108.874) kilometre ile dönüşü; ses hızının yaklaşık 88 katı bir süratti ki, biz varlıklar her toz zerresi gibi, hep birlikte farkına varmaksızın dönmeyi, ha bire dönmeyi mevlevileşmiş semazenlerdik…
Günümüz 6’ıncı nesil savaş uçaklarının, üzerlerinde yük yokken ancak yapabildikleri, en fazla “3” bin kilometrelik (2,5 Mak) süratle kıyaslanırsa biz dünyalılar, savaş uçaklarından yaklaşık “35” kat daha fazla bir süratle [1]dink misali döngüdeydik.
Bağrının canlı ve cansız her varlığı, kendi kütlesi kadar bir kuvvetle dünyanın merkezine doğru itilme mahkûmuydu. Ve üzerindeki [2]Ci “G” miktarı 1 Ci idi…
Bedeninden geçtiği varsayılan dikey bir eksende savaş pilotu; başına doğru yaptığı bir manevrada, uçağıyla birlikte pozitif (+); ayaklarına doğru bir manevrada ise negatif (-) Ci’ye maruz kalırdı.
Kokpitlere konmuş Ci “G” saati, görevlerin zorunlu manevraları esnasında, bir savaş pilotunun çektiği Ci “G” miktarını gösterirdi. Kütlesel ağırlığı yetmiş kg. olan bir pilot, 2 Ci çektiğinde üzerine 140 kg; 5 Ci çekince 350 kg. yük binmiş olurdu.
Pozitif ve negatif Ci’yi; Lunaparkların tırmanış, alçalış ve yatışlı çelik trenleri (roller coaster) hakikisi olmasa da benzerini, insan bedenine 4 Ci’yi geçmeyecek bir ölçüyle artık yaşatabiliyorlardı.
On bin fitler; efendisi olduğunu sandığı makineden, teknik ihanet yemiş savaş pilotlarına, hayatın ani çıkışlar yapma hazırlığıydı.
Zira göklerin telaşsız yükseklerinde yapılan hesaplar, aşağıların sıkışan anlarında şaşabilirdi!.. Oralarda sizi bekleyen aceleci zamanla yarışınıza, epey hazırlıklı olmanız gerekirdi! Oraların o anlarında rastlaşacaklarınız; hayatta kalma bedeline, sizden yeni hamleler isteyebilirdi…
Birincisi, artık sandalye fırlatma tetiklerini sıktığınızda, acaba otomatik sandalyeler; Atatürk sonrasının ülke siyasileri gibi ambargo ağasının, politik tetikçiliğini mi yapacaklardı?
Yoksa her gereksinim duyulduğunda, taşıdığı emanetin hizmetinde, yaşam hakkına saygılı bilimsel aklın şefkatiyle acil görevlerini, eksiksiz yapmalara mı koyulacaklardı?
Eğer sandalyeler fırlamazsa, ikinci çareye mi başvurulacaktı! Acaba Serhan Göktuğ ikilisi; Çanakkale Cephesi’nin, Rumeli Mecidiye Tabyasında gerçekleşmiş, tarihe kayıtlı öyküyü, gök mekânda başarabilirler miydi?..
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek.
*****************
Gök Diyarlı bir delinin akıl almaz düşleri…
Üçüncü dünya ülkelerinin tüketim toplumları gibi 7/24 eldeki telefonlardan, sürekli ekran kaydırarak değil; uzay çağının ülkeleri gibi okumaktan, elde kitap olmaktan kültürlenişlerin, ola ki bir gün hayat bulacağı…
Sosyal medya pop kültür yazarlığının değil, ünlü üstat Umberto Eco’nun, “Her Okumak Bir Yazmaktır” dediği, kültür yazarlığının kesintisiz çoğalacağı… Her satırın hakkaniyet, bilimsel mürekkebin insaniyet, yüreklerin hiç değilse bundan böyle evrensel mabet olacağı…
İtilaf devletlerinin kanlı ellerinde, önce Mondros sonra Sevr felaketiyle tamamen musalla taşına kaldırılmış Anadolu topraklarını; Türk’ü, Kürt’ü Laz’ı Çerkez’i, özcesi tüm yurtsever halklarıyla önce Lozan sonra Montrö’de, tarihe anıtlaştıran asil Cumhuriyetin, “Yurtta Barış Dünyada Barış” kutsiyetiyle artık, yalansız kardeş olunacağı terörsüz bir Türkiye umuduyla…
[1] Olduğu yerde döndürülen, büyükçe bir taş tekerlekle buğday, pirinç velhasıl tahılların kabuklarından ayrıldığı yer.
[2]Ci kuvveti (G force); İngilizcede “Gravitational veya Gravity” kelimelerinin baş harfidir. Bir kütleye (ağırlığa) belirli bir durumda etki eden kuvvettir. Adı yer çekimi olan ağırlık, bir nesne üzerindeki kütle çekim kuvvetidir