Gök diyara yerküreden yola çıkmış her hayat: kayıtlarını gökler tarihine bırakan bir edebiyat türünün, ciltlerce romanıydı. “Pars Filo”nun Serhan-Göktuğ ikilisi, ses üstü (süpersonik) uçuş aşamasının motor değerlerini, olanca dikkatleriyle kaydediyorlardı. Zaman tünelinde seyreden bir film ya da romanın, sanki zaman makinesine binmiş, uçuk karakterlerini andırıyorlardı.
Mak koşusu sürecindeki kanatlı şeytanın, o anlardaki sürat saati; şirazesi çıldırmış bir füzenin, ya da roketin; şaşkın sapkınlığı içindeydi. Göklerin zamane uçuğu, Serhan-Göktuğ kumandasında, bulutlar diyarının 45 bin fitlerine, bir yaman babalanmıştı.
İlkel duygulardan kibri kıble edinmiş, insan kılıklı sözde insanların, burunlarından kıl aldırmayan, bulunmaz Hint kumaşı halleri içindeydi. Performans âletlerinden biri olan sürat saatinin, o az önce kudurmuş ibresi, kısa bir an için Harran göklerinde donmuş, âdeta kanı çekilmişti.
Altimetre ve 1Varyometre ibreleri ise zembereği boşalmış saatler misali çılgınlaşarak çuvallamışlardı. Birbirleriyle iletişim halindeki gösterge ibrelerinin birçoğu, anlamsız ters veriler vermelere yönelmişlerdi. Bu demekti ki işler yolundaydı!.. Kocamış nefti kartal; belli ki ağır stresi altında olduğu hava filelerinin, aerodinamiksel şok dalgası sınırlarına, pervasız bir yiğitlikle varmak üzereydi...
Gösterge ibrelerinin o anlara şaşa kalmışlıkları, hedeflenmiş başarının bilimsel belirtisiydi... Belli ki beş-on saniye içinde, büyük bir patlamayla ses duvarı aşılacaktı. Ses geçiş eşiğinde sapıtmış performans aletlerinin, akılları yeniden başlarına gelecek, yeniden normal verilerine döneceklerdi.
Yıllardır yaptığı her test uçuşunda, bunun hep böyle olduğunu, kaçlarca kez yaşayarak edinmişti Yzb. Serhan. Hayatın, bir başka boyutuna götürecekmiş gibi duygular yaşatan o anların, kokpite yaydığı kıvanç doruklarını ezbere bilirdi!
Hareketli ses kaynağının ses duvarını geçiş anlarında kırılan şok dalgası, bir ses bombası gibiydi.
“Gerek geçmişin yer derslerinde gerekse brifing odasındaki uçuş öncesi teorik anlatılarınız, hayata birer birer akmaya başladılar hocam!”
“Evet Göktuğ! Gördüğün gibi işte! Şapşallaşmış ibreler bize diyorlar ki ey gök fanatikler! Aklınız başınızda mı sizin? Bakın bizden söylemesi!.. Ses duvarını aşmak üzeresiniz!..”
“Evet ya hocam, şu göstergeler nasıl da 2katalepsi anlarının çaresizliği içindeler!”
“O göstergelerin 3katatonik halleri, daha fazlasını da demelere dillenivermişler sanki Göktuğ!”
“Nasıl yani hocam?..”
“Diyorlar ki gençlik yıllarını Vietnam semalarına bırakmış şu uçuk ihtiyar, pazarlamacısından bir de ambargo yemiş!”
“Yani!..”
“Yanisi şu ki Göktuğ! Kocamış manyağın bünyesinde taşıdığı iç parçaların tümü, aerodinamik ısınmaya maruz kalacaklar... Gezegenine dönen bir uzay mekiğinin atmosfere giriş anındaki ısı kadar aşırı olmasa da ne yapacakları belli olmaz!
Ama biz, bizden sonra bu uçukta normal görev yapacak meslektaşlarımızın, vicdan azabını çekmemek için, illa ki bu testi de yapmak zorundayız! Çok dikkatli takip etmemiz gereken bir safhaya giriyoruz Göktuğ!”
“Safha, olanca dikkatimle kontrolümde hocam! Merak etmeyin!”
“Merak ettiğimden değil Göktuğ. Bundan böyle yalnız başına yapacağın test uçuşlarında, ses duvarını geçerken aklının bir köşesinde bulunsun diye söyledim!”
“Sağ olun hocam, unutmam! Her mach geçişlerinde anarım sizi!”
“Beni anasın diye de demedim! Dikkat et diye söyledim. Hadi rast gele çocuk, bırakalım şu laga lugayı, daha yapacak çok işimiz var!”
Fıttırık koca azmanın beklenen anı; her hücresine varana dek titreyen bir fay hattının, enerjileşerek gökyüzünü vuran sarsıntısıyla nihayet gelmişti... Kokpitten duyulmasa da belli ki o an gökler, bir yaman patlamıştı! Mak’a girmişlerdi…
Süpersoniğin içlerinde uçuyorlardı o an. Kurgu bilim filmlerdeki zaman tüneli bu olsa gerekti… Kendi yolculuğunda hayat, kucağının albenili masalıyla birlikte süpersonik bir hıza erişmişti. Kokpit panelinde afallama geçiren olanca aletlerin üstüne üstüne gidiyordu. Geri bildirim mesajları keşke anlaşılabilseydi…
Azmanın hemen gerilerinde kulaklara patlayan korkunç infilâk sesi; olası ki o anların yeryüzünden göklere yönelmiş gözlerine; görünmez bir hayaleti çağrıştırmaktaydı.
“Ey-Bi ile sanki roketlenmiş bu haliyle bile, “Karanlık Madde” tarafından çekilen bir uzay mekiğini andırışta değil mi Göktuğ?”
“Evet, Hocam aynen öyle!”
“Uçuş öncesi brifingte de azcık değinmiştim”
“Evet Hocam”
İçimizin derinlerinden gelen duygu ve düşünceler; psikoloji bilimine göre “iç ses” ya da "iç monolog" olarak adlandırılmıştı. Bazı bazı en derin duyguların dilsiz yankısı, kimi vakit yoğun bir suskunluğu dilleniş haykırısı, bazen de gereksinim koşuşan hayallerin, düşünce hızıyla belleğimize yansımasıydı...
Yzb. Serhan, bir Test Uçuş ’undaki sesi geçiş anlarını, Lider Brifing odasında Göktuğ’a, adeta yaşatarak anlatmıştı. ““Bilim-kültür-sanat yürekli, sadakatli bir kitap okuru olarak iyi bilirsin Göktuğ! Astrofizik, diğer adıyla gök fiziği ya da yıldız fiziği; uzaydaki konum ve devinimlerinden çok; fiziksel ve kimyasal ilkeler kullanarak, cisimlerin yapılarını saptamaya çalışan, bir gökbilim dalıydı…
Ve yine bilensin ki “Karanlık madde”: Günümüz astrofiziğindeki en büyük ve en büyülü gizemlerden biriydi. Kozmoloji ve astronomi ile ilgili gözlem ve bilgilerde akıl yürütebilmek için, alanında derin bilgi ve deneyimli astrofizikçilerce öne sürülen, varsayımsal bir madde biçimiydi.
Yoğun karanlığında taşıdığı parçacıklar; ışık veya diğer elektromanyetik radyasyonla etkileşime girmediğindendi ki doğrudan gözlemlenemezlerdi. Lakin hayrete düşüren etkin varlıkları; çevrelerinde sebep oldukları gerek yerçekimsel gerekse kütle-çekimsel devasa şekillemelerden anlaşılabilirdi.
Evrenin toplam kütle-enerjisinin yaklaşık %27'sini oluşturan karanlık madde; galaksilerin, galaksi kümeleri ve yıldızların oluşum ve yapılarında çok önemli rolleri olduğu, hatta bir tür “kozmik çimento” gibi galaksileri bir arada tuttuğu insanlık hizmetindeki bilim insanlarınca bulgulamıştı.
Karanlık maddenin, karanlık evrene yaydığı karanlık enerji ise evrenin yaklaşık %68'ini oluştururdu. Yüzde 5'lik kısmı ise her gün etkileşime girdiğimiz ve gözle görebildiğimiz sıradan madde; yani fiziksel ve kimyasal kütlesi olan ve yer kaplayan yıldızlar, gazlar her şeydi…
Deniz seviyesinden yaklaşık 100 km yukarısı, dünya atmosferinin bitip, uzayın başladığı sınırdı. Adını; matematik, fizik ve uzay mühendisliğinin insanlık hizmetindeki bilginlerinden, Macar asıllı Amerikalı Todor Von Karman’dan aldığından Karman Hattı denirdi.
Uzay karanlıktı. Zira bilim insanlarına göre insan gözü; “ışık tayfının mikrodalga kısmında kalan, artalan ışımasını algılayamazdı.” Newton dâhil, kendinden önceki tüm matematikçi ve filozofların buluşlarını daha ileri boyutlara taşıyan Albert Einstein ’in “Özel ve genel görelilik” kuramına göre: “Hız arttıkça zaman yavaşlardı.
Kütle, uzay-zamanı büker; bu bükülme yerçekimini oluştururdu. Ve zaman; evrendeki sabit bir akış değildi. Yerçekimi gibi kuvvetlerin etkisiyle yavaşlayabilir ya da hızlanabilirdi. Zamanın bu yavaşlama veya hızlanma hareketini, zaman bükülmesi” olarak nitelemişti. “Karanlık maddenin sebebi, atomik boyutlardaki kara delikler olabilir”” tezini ileri sürmüştü…
O esnada Göktuğ;
“Müsaade ederseniz bundan sonrasına ben devam edeyim hocam” demişti.
“Tabii ki Göktuğ, elbette”
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Dipnot;
1Uçağın dakikadaki tırmanış ya da alçalış hızını fit cinsinden veren gösterge
2İnme, felç
3Bulunduğu pozisyonda bir süre donma.


