RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (55)


… deme sonrası; kısa bir duraklama anı geçirdi Ütğm. Göktuğ. Kara delikleri anlatırken, olası ki aklına Zonguldak kömür madenlerinin, Babasıyla birlikte 103 madenciyi yuttuğu, o korkunç grizu faciası düşmüştü. 

 

Dünya namlı gezegenin emperyalizme abdestli proje iktidarları; güdümünde oldukları kapitalizmin açgözlü, tekelci ve dayatmacı küresel ağalar hükümranlığına, bol keseden imkânlar sunar, kendi yurttaşlarını ise yoksulluğun beterinde yaşatırlardı.

 

Onlar ki ırgatı oldukları küresel ağalarının huzurlarına her çıkışlarında; devlet içinde devlet olarak sürdürdükleri hukuksuzlaşma, yolsuzlaşma ve yozlaşmanın, kendilerinden olmayana nerdeyse düşman hukuku uygulayan, partizanlık sultanlarıydı. 

 

Onlar ki her yol mubah saltanatlarının, küresel haramilerce destekleniş karşılığını; derin yoksulluğa hatta açlık sınırına mahkûm ettikleri coğrafyalar halkının alın terli keselerine, fahiş faturalarla sarkarlardı. Uzaydaki gözlemlenemeyen “Karanlık Enerji” ye benzeş olarak, özellikle Atlantik ötesinin, kapalı kapılar ardında yaptıkları; ancak zamanla gün ışığına çıkardı…

 

Yeryüzünün, ağır kırımlar geçirmiş ve geçiren çıkar kuklası vicdanlarına rağmen, neyse ki yaşam hakkını kutsal sayan insanlığın, insan yürek çıkarsızları da vardı. Yanar yanar yürekleri, kanar kanar vicdanlarıyla haktan yana her dillenişin, ateşten gömleğini her giyişleri; insanlık tarihinin bir türlü kabuk bağlamayan yaralarındandı. Toplumsal gerçekçi politik edebiyata, satır aralarıyla da olsa her dokunuşları; küresel güdümlü ülke siyasileriyle kronikleşen, katman katman acılardandı…

 

Hayat sahnesinin, brifing odasındaki dramatik duraksamasını; sandalyeden, o anki kalkışına yükleyen Göktuğ; uzay denen giz dolu sınırsızlığı, tahtaya çizdiği şekillerle yeryüzünden, betimlemeye ter döküyordu…     

 

“Uzaydaki Kara deliklerin kütle çekimi, o kadar devasa büyüklükteydi ki, saniyede üç yüz bin kilometre kat eden ışığı bile bükebilirdi. Öylesine devasa yüzölçümlü kara deliklerin, uzay zaman düzlemini muazzam miktarda bükmeleriyle içlerine tasarımlanacak Solucan Deliklerinin, giriş çıkış uçları da haliyle bir araya geleceklerdi. 

 

En basit haliyle bu teori; büktüğümüz bir sayfanın, yakınlaştırdığımız iki ucu arasına Solucan Deliği olarak koyacağımız, kestirme bir pipetle açıklanabilirdi. Uzayın derinliklerinde görülmeyen ve seyahati çok uzun ışık yılı sürecek mesafelere, hatta evrenler arası seyahatlere kestirme yol, işte bu teoriye dayanarak, ihtimal ki bir gün mümkün olabilirdi. Günümüz modern fiziği, aksini kanıtlayamadığı içindi ki bu teori, güncelliğini ısrarla korumaya devam etmekteydi.

 

Omurgası, Nobel Fizik Ödülü sahibi Albert Einstein'ın genel görelilik kuramına dayanan Büyük Patlama (Big Bang) fikri de ilk kez, 1920'li yıllarda Rus Kozmolog ve Matematikçi Alexander Friedmann ile konuşulur olsa da ancak 1931 yılında, Belçikalı Fizikçi Papaz Georges Lemaître tarafından makalesi yayınlanarak teoriye dönüşebilmişti. 

 

Bu teoriye göre, uzak geçmişin yaklaşık 13,8 milyar yıl öncesinde tüm evren, sonsuz derecede küçük bir noktaya sıkıştırılmıştı. Bu, bir cismin aşırı süratlenmesine bağlı olarak, üzerindeki yoğun basınçla sıkışan hava filelerinin; sesi geçiş anındaki Aerodinamiksel şok dalgasını, patlatış fiziğiyle aynıydı. 

 

Türlü türlü bilimsel kanıtlarla desteklenen Big Bang teorisi; birçok bilim insanı, özellikle fizikçiler arasında geniş ölçüde kabul görmüştü. Kâinat tarihinin modern kozmolojik1 modeli Büyük Patlamayla evrenin genişlemesi; belirli bir zaman noktasında, tek bir parçacığın patlamasıyla başlamıştı. 

 

Gözlemlenebilir evrende uzay; En–Boy-Derinlik-Zaman algılarıyla dört boyutlu bir ortamdı. Uzay içindeki cisimlerin (nesnelerin) konumunu tanımlamak için ise genellikle yükseklik (yukarı ve aşağı), genişlik (sol ve sağ) ve derinlik (ileri ve geri) olarak üç boyut kullanılırdı. 

 

Doğasına ve özelliklerine göre ait olduğumuz evrenin, üç uzay ve bir zaman boyutu; fizikte kabul gören norm olsa da oysaki aynı fizik biliminin sicim kuramına göre de uzayın on bir, hatta yirmi altı boyut olduğunu iddia eden, teoriler de yok değillerdi!.. 

 

“…Sicim teorisi: Werner Heisenberg tarafından 1943 yılında başlatılmış bir araştırma programıyla ortaya konmuş ve birçok öncü kuramcıyla üzerinde epey çalışılmıştı. Evrendeki temel parçacıkların sıfır boyutlu “noktasal” değil, bir boyutlu titreşen minik iplikler (sicimler) şeklinde olduğunu öne süren bir kuramdı. Ki dahası, dördüncü boyut ötesinin olduğunu da fiziksel ve matematiksel olarak varsayardı. 

 

Fakat biz insanlar üç uzay ve bir zaman boyutunu ancak algılayabiliyorduk. Bunun sebebini de bilim insanları, diğer yedi boyutun çok sıkıştırılmış, çok kıvrılmış ve görselimizden uzaklaştırılmış olmasına bağlıyorlardı…

 

Demekti ki biz insanlık farkında olmasak bile Evrende, çevremizi saran dördüncü boyutun ötesinde boyut

ların var olma ihtimali oldukça yüksekti. Çoklu evrenler içinde yer alan her evren, kendi doğası ve kendi özel boyutlarıyla bizimkinin aksine çok şaşırtıcı olabilirdi. 

 

Sicim teorisine göre Uzay denen sonsuz devasalıkta, birbirinden kopuk sonsuz evrenler vardı. Kİ bunlardan biri de yaşadığımız evrendi. Bir senaryoya göre Evren; inşa edildiği günden beri süregiden genişlemesini bir gün durduracak ve büyük bir hızla, bağrındaki maddelerin yarattığı kütle-çekim etkisine yenilerek ansızın, kendi içine çökecekti. 

 

Demekti ki Evren'deki her şey, günümüz itibariyle 13,8 milyar yıl önceki halini alacak ve yeni bir Büyük Patlama (Big Bang) potansiyeli doğmuş olacaktı… Din kitaplarının bahsettikleri kıyamet, ihtimal ki bu olsa gerekti” deyince Göktuğ, Serhan işaret parmağını kaldırmıştı.

 

“Hem Hava Harp Okulunun değerli Aerodinamik hocamızdan hem de fasılasız kitap okumalarınla sahip olduğun bilimsel açıklamalarına, çok teşekkürler Göktuğ”

 

“Estağfurullah hocam, görevim!” demiş ve Test Uçuşu öncesi, Brifing Odasındaki anlatısına, büyük bir iş

tahla devam etmişti… 

 

“Günümüzce güçlü, zayıf, elektromanyetik ve kütle-çekim olarak bilinen dört temel kuvvetin, doğal olarak dört temel etkileşimi vardı. Bunlar; uzun mesafelerde kütle-çekimsel ve elektromanyetik etkileşim; atom altı mesafelerde, yani iki atom arasındaki boşlukta, güçlü nükleer ve zayıf nükleer etkileşimlerdi. Bilindiği gibi atom; bir molekül, madde veya fiziksel varlığın en küçük parçacığı olup, adına kuantum (miktar) denirdi.

 

Bütün Astronomik cisimler ya da diğer adıyla gök cisimler, hem birbirlerine hem de üzerlerindeki cisimlere çekim kuvveti uygularlardı. Cisimlerin birbirlerine uyguladıkları bu görünmez çekim kuvvetine, kütle çekim kuvveti denirdi. Üzerindeki cisimlere uyguladığı kütle çekim kuvveti ise yer çekim kuvveti olarak adlandırılırdı.

 

Velhasıl kütlesi olan her şeyin bir çekimi vardı. Cisimlerin büyüklük ve küçüklüklerine göre çekim kuvvetleri büyüyüp küçüleceği gibi, birbirlerine yakınlık ve uzaklıklarına göre de etraflarıyla etkileşimleri artar veya azalırdı.”

 

Serhan kolundaki saate baktı. Görev Kalkış Saati epey yaklaşmıştı. Göktuğ, “Anladım hocam, konuyu bağlıyorum. Einstein'ın, Genel Görelilik Teorisi ile öngörülen Solucan Deliklerinin varoluş serüveni, bilim-kurgu dışındaki uzay araştırmacılarınca henüz kanıtlanmamıştı” deme sonrası susmuştu. Birbirlerine “İyi Uçuşlar” dileyip brifing odasından çıkmış, 10 dakikalık bir ihtiyaç molası sonrasında da Paraşüthaneye yönelmişlerdi…

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Dipnot;

Evrenin kökeni, yapısı ve gelişimini inceler. Büyük Patlama kuramı burada başroldeydi.

2 Dikey kalkış iniş (Vertical Take-off and Landing)

3 Tanrı, evren, varlık, varoluş, sebep-sonuç, uzay, zaman, olay gibi kavramlar üzerine inceleme yapan bir felsefe dalıdır.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593