Göklerin olanca olasılıkları, özellikle Uçuş ve Atış Bombardıman okullarının birçok zamanlarında, pilot adaylarına öğretmenleri tarafından titizlikle öğretilirdi. Gaz kolu rölantide, uçağın sadece süzülüş açısıyla oynanarak, belli bir sürati muhafaza etme eğitimi de olası motor durma senaryosu olarak sıklıkla çalışılırdı.
Serhan’la Göktuğ’un bulundukları 45 bin fit, durmuş motorla Diyarbakır’a ulaşabilmenin, ekonomik kullanılması gererken yegâne gaz kolu gibiydi.
Sisler ardının anıları, dağınık olsalar da yılların tozlu raflarından kokpite sökün-sökün, yine inmeye başlamışlardı. Geçmişin zamana sarararak yıpranan sayfaları, yedi yıllık bir uzaklıktan, Serhan Yüzbaşı’nın yakınına düşenlerdi…
Zorlu sınavlar vererek, savaş havacılığına piştikleri Hava Kuvvetleri Uçuş okulunu, on beş gün önce bitirmişlerdi… 1974 yılı, Mayıs ayının ikinci çeyreğiydi.
Askeri bir nakliye uçağıyla harbe hazırlığın, o zorlu gök eğitimleri için, İzmir’den Konya Atış Bombardıman Okulundaki “Ejder” Filo’ya varmışlardı. Kent batısındaki ikiz tepelerden sarkmış gölgelerin; Konya düzüne boy vermiş, sıcağı dekolte bir öğlen sonrasıydı.
Ülkenin, kendilerinden önce buralardan geçmiş ağabeylerine katılacak, bu gencecik hava gücünün aktörlerini, hayat sapaklarında neler-neler bekliyordu kim bilir!..
Konya’ya geldiklerinin ertesi günü 18 pilot teğmen, 3’üncü Ana Jet Üssü 131’inci Filo’da F-100 yer eğitimine başlamışlardı. Asgari kıdemli üsteğmenin atanabildiği, F-100C Av-Bombardıman uçaklarında Serhanlar ilk kez, teğmen rütbesiyle uçacaklardı.
Otomatik sandalye fırlatma sisteminin, teoride öğretildiği dersliğindeydiler. Her savaş uçağının, ömrü var oldukça, kokpitinde taşıdığı bu kırmızı korkuluklu otomatik varlık; pilot efendisine ta ilk günlerinden, hep dost olmuştu. Üzerinde oturanına, gerektiği anda kendini, derhal feda etse de uzaktan bakanına ürküntü veriyordu…
Hani geçmişinin tutuştuğu hayat kavgalarından şekillenmiş, sert yüz hatları olur ya insanların! Hani o somurtuk pafta altında, ipek yumuşağı, fedakâr yüreklileri vardır ya gezegenin!.. Ahşap bir kaide üzerine oturtulmuş metal sandalyenin, dershanedeki duruşu da öyleydi işte!..
Çoğunlukla can dostu olmalar da ihaneti yar edinmiş kimliklerin, güvenilmez görünümünü çağrıştırıyordu uzaktan bakanına. O sebepten kucağı itici, şefkati soğukçaydı fırlatma tetikli, fırlama sandalyenin. Uçağı tanıma derslerinde, uçak başı yaptıkları gün, kokpite tırmanıp otomatik sandalyeye ilk oturduğunda Serhan, diğer arkadaşları gibi aynı duyguları yaşamıştı.
Uçuş Okulundaki sandalyeler sanki, daha mı bir sıcakkanlıydı!.. Oysa hepsi de altlarındaki Roket Katapult’un, korkunç itim gücüyle yerlerinden süratle fırlayıp; üzerlerinde taşıdıkları efendilerini, tehlike bölgesinden hızla uzaklaştırmaya tetikliydi.
Atlamaya karar veren pilot; eğer “Sıfır saniye çengeli” adlı kancayı, paraşüt deklânşörüne takmışsa; sandalye uçaktan ayrılır ayrılmaz sıfır saniye içinde paraşütü açma kumandası verecekti. Yok, eğer takmamışsa; on dört bin fitlere dek pilot, serbest düşecekti.
Paraşüt bohçası içindeki bir barometrenin, on dört bin fitlere (4267m) duyarlı mekanik tetiklemesi paraşütü ancak o irtifa gelince otomatik olarak açacaktı... Önemine binaen bu çengelin; paraşüt deklanşörüne on bin fitler altında pilot tarafından ille de takılması; üzerinde ise derhal çıkartılması, hayatta kalabilmenin mutlak gereğiydi.
Tırmanışlarda ise çıkarılması; yüksek irtifaların acil durumlarında gerçekleşecek atlayışlarda hem pilotun on dört bin fitlere dek, serbest düşüp donmasını önlemek hem de yükseklerde açılacak paraşütün, donarak yanmasını engellemekti. Her ana jet üssünde, periyodik paraşüt bakımlarının özenle yapıldığı paraşüthaneler vardı.
Önemine binaen buralara görevlendirilen personel, yüksek derecede güvenilir nitelikler taşıyan, ihtisaslı astsubaylardı. Üs paraşüthanelerinde hem her iniş sonrası uçaklarca kullanılan fren paraşütlerin hem de pilot paraşütlerinin, hassas bakımları yapılır, sürekli göreve hazır hale getirilirlerdi.
Filo paraşüt hanelerinde her savaş pilotuna kayıtlı ve üzerinde kendi isminin bulunduğu bir paraşütü vardı. Uçuş görevlerine hep kendi paraşütleriyle giderlerdi. Mecbur kalındığında, paraşütü elle açmak için bir “deklânşör” de kullanılırdı. Bir savaş uçağında paraşütle atlamanın kitabi en uygun yüksekliği; yere nazaran on bin fitlerdi (3048m).
Bu yükseklik; gök hayatın, hayranı olduğu ölümle randevulaştığı flörtleşme kaldırımıydı. Ölüme karşı pilotun, kullandığı kozların en sonuncusuydu. Kaç can bu yükseklikte ya yeniden hayat bulmuş; ya da bu yol ayrımıyla birazdan külçe gibi varacağı yerkürede, ellerinden kayıp gitmişti hayat…
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Dipnot;
1Savaş uçaklarında, pilot kumandasıyla sandalyeyi otomatik fırlatma sistemi


