Gerek kalkış anlarının gerekse gökyüzünün bazı zamanlarında, savaş uçuklarının baş edilmez belaları olurdu. Öylesi dar anlarla rastlaşan pilot; oturduğu sandalye kolluklarını çeker çekmez, gök boşluğa fırlayışın otomatik sıralaması başlardı.
Fırlatma sandalyelerinin bazı türlerinde ise kolluklar çekilerek değil; ya sandalye baş üstünün ya da sandalye dibindeki fırlatma halkasının, iki elle çekilmesi, paraşütle atlayışın otomatik sıralamasını başlatırdı.
Önce omuz bağları kilitlenir, sonra kanopi1 uçardı. Her kolluk altının gizli tetiği anında uç vererek, adeta dost eli uzatırdı.
Sadece bir tanesi sıkılınca can havliyle olanlar, gecikmesiz olurdu. Sandalye tabanının kim bilir kaç zamandır kazazedesini beklemiş roket katapultu2; aldığı kumandayla derhâl ateşlenir, şiddetli bir itim gücüyle adeta hiddetlenirdi.
Kanopi otomatik uçmasa dahi, bir uzay mekiği tavrıyla raylarında roketleşen sandalye; tepesinin kırmızı renkli demir korkuluğuyla kanopiyi paramparça ederek, taşıdığı canla birlikte ansızın boşluğa fırlardı. Canını korkusuzca emanet etmiş pilotunu, belâlısından adeta koparır, altmış metre yukarı, altmış metre geriye savururdu.
Bu vefakâr sadakatini yeryüzüne çarpar çarpmaz da yapması; atlama fırsatı yakalayamamış, ola ki ölü efendisini, enkaz alevlerinden uzaklaştırma amacıylaydı..
Atlamaların bazıları, yerini bildiremeyecek kadar kritik bir an ve pozisyonda olurdu. Gök boşluğa fırlamış sandalye; acil konum bildiren yaygaracısını3 da tetikleyerek, millerce yarıçaplı çevresine, bataryası bitene dek, ambulans sirenine benzer, sesli sinyallerle bağırırdı. Böylesi bir yetişin çığlığının, kesik-kesik metalik iniltisi, telsizlerden acil yardım ister dururdu.
Bu metalik yaygara; pilotun yer yuvara baygın, ya da ölü inmesi ihtimaline karşı; enkazın yerini arama kurtarma merkezlerine bildirme amacıyla düşünülmüş, hayatî bir önlemdi.
Sandalye tetikleri sıkılır sıkılmaz, mavi boşluğa fırlamış kazazedenin gözlerine; fabrikasyon bir siyah perde, otomatik olarak inerdi. Seri bir şekilde başlayacak ürkütücü olaylar dizisinin pilot tarafından görülmemesi, bu perdenin başlıca göreviydi…
Eğer pilot bayılmamış ve olanları da görmek istiyorsa; yüzüne inmiş bu kara peçeyi, kolaylıkla koparıp atabilirdi. Aslında bu; cellâdı tarafından elektrik sandalyesine oturtulmuş idam mahkûmunun başına; son anlarında infaz memurları tarafından geçirilen, siyah başlık benzeriydi.
Böylesi bir gereç, insan türüne reva görülmüş anlayışın, benzer ürünüydüyse de biri ölüme; diğeri hayata götürendi. Başka canlılara da ait olan gök boşlukta, taklalar atan demir sandalye; bünyesinde peş peşe süre giden onlarca işlemler dizisi nihayetinde, pilottan ayrılır ve paraşüt açılırdı. Tüm bu işlemler, saniyelerle sınırlı bir süreç içinde, hızla olup biterdi.
Pilotun şansı yaver çıkmış, her şey kitabî gitmişse, bu kez yer kürenin, paraşütle varılan zeminine göre değişen temas usullerinin, ayrı-ayrı taktikleri uygulamaya konulurdu. Denize düşüyorsa; can yoldaşı Hayatta Kalma Kurtulma Kitindeki dinginin, siyah pimi çekilirdi. Sağlam ince bir iple, sahibine bağlı bu yüzer botun otomatik şişmesi, suya temas etmeden az evvel sağlanırdı.
Pilotun hayatta kalma mücadelesini destekleyen Hayatta Kalma Kurtulma Kit’ine, çeşitli renklerde işaret fişekleri, tabanca, el telsizi, portatif küçük bir radyo bile yüklenmişti. Ayrıca bünyesinde yara bantları, sargı bezleri, köpek balıklarını uzaklaştıracak özel boyalar taşırdı. Ayna, el feneri, beslenme hapları ve vitamin gibi temel ihtiyaç maddelerinin, havacılıktaki mini bir market benzeriydi.
F-100F Av-Bombardıman uçaklarında, arkalı önlü monte edilmiş; iki adet otomatik pilot sandalyesi mevcuttu. Ve her biri, iki adet roket katapult üzerine oturtulmuşlardı. Birbirleriyle elektrik kabloları ve metal borularla bağlantılı çalışırlardı.
Roket katapultların yanarak itim gücü sağlarken, çıkardıkları aşırı zehirli ve yakıcı gazlar, arka sandalye pilotuna zarar vermesin diye; tetiği ön pilot bile çekse; öncelikle arka sandalyenin, fırlayıp gitmesine kurguluydu.
Azrail Hazretleriyle başları belada olan Yüzbaşı Serhan’la Üsteğmen Göktuğ; hayatta kalma pahasına yaptıkları her şeye yeni baştan, hep yeniden göz gezdirmişlerdi.
Altimetre kadranında; nereye ulaşacaklarının âdeta endişesi içinde kanatlanmış iki ibresi, yer yuvara doğru fırıl fırıllardı. Birkaç dakika öncesine kadar coşkulu motor gücüyle tırmandıkları yükseklikleri, bu kez paniklemiş bir feveranla terk ediyorlardı.
Motoru durmuş bir savaş uçağında; yükseklikölçerler, sürat saati gibi en önemli gösterge konumuna gelirlerdi. Bu göstergelerin, şu an saat istikameti tersine, ha bire dönen şapşalak ibreleri, hallerine kaygıyla odaklanmış pilotlarının, bakışlarını da peşlerinden sürüklüyorlardı. Kuyuların en derinine düşen harabat bir edaları vardı.
Serhan Göktuğ ikilisi, on bin fitleri (3048 m) bir kenara bıraktıklarında; artık belki de sandalye kolluklarına gidecek elleri, ölüm kalım tetiklerini sıkacaklardı. Oturdukları uçan tabuttan bir roket hızıyla fırlayıp, gök boşluğun mavisinde saklı duran, belirsiz bir umuda uçacaklardı.
Ambargolu sandalyenin, celladi ihanetine uğrarlarsa; durmuş motorla umarsız kaldıkları o bilinmez varış noktası ya plânlaması içinde oldukları Diyarbakır pistlerinden birisi ya da kısa kalırlarsa, yörenin inmeye mecbur kalacakları, volkanik bir arazisiydi...
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Dipnot;
1 Pilot mahallini kapatan kalın mika kapak
2 Ani itme gücü sağlayan roketimsi donanım
3 E.L.T (Emergency Locator Transmitter): Acil konum yayınına kurgulu cihaz.
4Atlayış anının temsili resmi; “Akıllı Corc” dediğim yapay zekâ (AI) tarafından çizilmiştir. Pilotlar arasında “Oto Pilot” da “Akıllı Corc” olarak anılır.


