RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (65)


Dış güçler güdümünde, oy rantına histerik siyasileri sayesinde itibarını yitirmiş diyarlar, gezegenin haksızlık, hukuksuzluk yolsuzluk coğrafyaları olarak ünlenmişlerdi.

 

Oralarda siyasetle meşrulaşan gayri meşrulukların; mağduriyete üşüşüp, masumiyete zulmeden, türlü türlü hukuksuzluk terörü; oraların her alanda örgütlü, her bir yanda pervasız sektörler oluşturma mühendisliğiydi.

 

Liyakatle çağdaşlaşmış diyarlarda yurttaşına hizmeti, hak-hukuk-adaleti amaç edinmiş hukuksal yasa, yönerge ve kurallar; toplumun refah, huzur, mutluluğu içindi. Küresel proje iktidarlara güdümlü sözde yönetimlerin, her gün gündem değiştiren oyunbazlık karmaşasında, siyasallaştırılan yasalar ise sülale boyu saltanatlara şekillendirilirdi.

 

Millet iradesine dayalı mutlak egemenlik de gerçek haber alma hakkı da diğer tüm haklar gibi ellerinden alınan hayatlar; oralara egemen siyasi yasaların, salgın partizanlığa cehalet edenleriyle cehennemleştirilirdi. Milletten aldıkları, verdiklerinden kat be kat fazla olan içleri boş siyasiler; yandaş ihalelerin üst gelir grubundan, sildikleri milyarlarca vergiyi, oraların yoksulluk sürgünü alt gelir grubuna ödetirlerdi. 

 

Ekseriyeti siyasetten zenginleşen, hem bölgesel hem küresel simsarlar yağmasında, cehalet tiryakisi diyarlar, evrim geçirebilir miydi? 

 

Oralar ki vicdan celselerinde asla arınamayan, siyaset ahlakının ürettiği hukuksuzluk, usulsüzlük, yolsuzluk ve yoksulluğun, rekorlar üstüne dünya rekorları tazelediği yörelerdi. Bireysel çıkarcılık endüstrisiyle kiminin ilahiyat, din, iman kelamları; kiminin de vatan-millet-bayrak haykırıları; politize mikrofon ve kameralar önünün, süreğen ezberiydi.

 

Demografik yapısının yağmalanma, ayrıştırılıp bölüştürülme kuşatması altındaki oraların, görsel ve yazılı medyalarının yandaş; burjuva; bir azınlığın da hak yanlısı olarak üçe ayrıştırılması sömürü gerekçeliydi. Bu üçlüden yandaş medya; partizanca mankurtlaşmış1 gazetecilik örneğiydi. Bulunduğu toprakların itibarlı basın kartını, ülkesi ve insanlığa hizmet yerine, iktidar ve patron uşaklığına bulayarak, bireysel çıkarlara serumlayış genetiğiydi. 

 

Hak, hukuk, hakikatin yanında durmak yerine, aliyyülâlâ menfaatler uğruna, her koşulda yanlışa saf tutulurdu. Oraları çağdan koparan bilinçsiz köleleştirme, irticai müritleştirme operasyonlarının; enfeksiyonlu cemaat, iltihaplı tarikat, cehaleti vukuat gazeteciliği, çoğunlukla bu gruptan çıkardı. 

 

Haramice üşüşülen devlet hazinesinin, basın ilan kurumlarından, paylarına düşenden fazlasını alan bu yandaş medya grupları; siyasi ilahlarınca korunup kollanan, kullanıma her an hazır kelepirci cehaletin, ateşleyici timleriydi.

 

Burjuva ya da aristokrat gazetecilik türü ise siyaset kurumlarının hararetli sözcülerine, gazetecilik vesayetini sermaye eylemiş, ben benci ekran yüzlerine benzerdi. Yazdıklarına, sorduklarına cevap vermeyenleri;
ellerindeki medya gücüyle taşlar, devamlı yererlerdi.

 

Ama kendilerine başvuran ya da soru soran yurttaşlara ise, burjuva vurdumduymazlığıyla kayıtsız kalır; inanılmaz, güvenilmez, yol yürünmez kusurlarına gizlenirlerdi. 

 

Oralarda korunmalı fildişi yalıların, burjuva aydınları da sırça malikânelerin siyaset tellalları da hastalıklı ego yüksekliklerini halktan kopuk dünyalarının, halktanmış gibi görünümlerine perdelerlerdi. Velhasıl sıradan kimselerin; örülmüş duvarlara erişip aşamadığı, kibir eşiğine ulaşamadığı siyaset ve gazetecilik örneğiydi. 

 

Kamera önlerinin söylemlerinde, ulaşılma kapıları ardına kadar açık gibi, kameralar ardının eylemlerinde ise tamamen kapalıydı. Ayrıca bu grup, İstihbarat servislerinin, Jandarma’nın, Emniyet güçlerinin emrine amade gazetecilik çeşidiydi. Ülke hizmeti yerine mevki, makam ve kurumlara yakın duruş hizmetinin hazır kıta uyanıkları, etiketlerine etiket katan manşet çerçileriydi. 

 

Haktan yana sanat ehli gönüller de yaşanmışlık birikimli yazar, şair ve gazeteciliğin duayenleri de çağlarının güncel hafızaları, geçmiş yüzyılların beyinleriydi. 

 

Gerek kültür-sanat-edebiyat gerekse dürüst gazeteci veya medyalar ise adalet-hak-hukukun, kamusal vicdanı; insanın, insanlığın dertleriyle dertlenen dert ortağı sesiydi. Çağdaş yargı sistemlerinin; hakkaniyet savcıları, hakşinas yargıçları kadar, adalet sevdalı neferleriydi… 

 

Çağ kasnağı diyarların, ayrıştıran, bölüştüren, kamplaştıran hastalıklı siyasetine politikleşmeden, görünmezi görünür eylerlerdi. Kanamalı toplumsal yaralara, kimsesiz feryatlara, acılı ağıtlara, hakşinas çığlıklara duyarlı yüreklerin söyleyecek sözleri, tarihe notlar düşen kalemleriydi. Ki bu da toplumsal gerçekçilikti, politikleşmek demek değildi.

 

Ülke hizmeti yerine, oraların kelepirci partizanlığa meşrulaşmış, hazine akçeli siyaseti gibi, oralar edebiyatı da kıblesi para yayınevleri ve medya holdinglerinin, menfaatperest işgaline girerdi. Böylelikle oraların sadece ve sadece etiketten ibaret siyasiler benzeri, oralardaki birçok yayınevleri de kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sanan, bandrollü entelektüelliğin havalı mukimleriydi.

 

Ülkenin, kerameti kendinden menkul siyaset ağalarıyla yarışırcasına, kameralar önünde Vatan-Millet-Bayrak takılır, üstüne bir de Bilim-Kültür-Sanat çekerlerdi. Bazen de kendilerini, Din-İman-İlahiyat sosuyla servis eder, hakikatte ise kameralar ardının, burunlarından kıl aldırmayan, kibir dağlarına dönüşürlerdi. 

 

Gerek hukuk gerek siyaset gerekse din hatta basın ve edebiyat bezirgânlarıyla çağdan koparılmış diyarların, özellikle etiketli yayınevleri, ne yazık ki çoğunlukla ya tanıdıkları kalemlere ya ünlenmişlere ya da beleş olsun diye, telif hakkı bitmiş yazarlara yayın şansı verirlerdi. 

 

Oraları o hallere düşüren siyasetin, üfürünce mangalda kül bırakmayan bezirgânları gibi, onlar da edebiyata hizmet için geldiklerini iddia ederlerdi. Oysaki edebiyatı ticarete pazarlayan yayınevleriyle hangi ülke, dünya edebiyatında yer edinebilmişti? 

 

Araştırma, inceleme, denetleme görevlisini; liyakatle seçmemiş her devlet, her kurum ve kuruluş, hakikati karartacak, olay yeri inceleme ekibini iyi seçememiş, güvenlik güçleri gibiydi. Olanı değil, olması gerekeni oynamanın, söylemine yalanlı kimseler, insanlığa ne verebilirdi ki!

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Dipnot;
1Otoritenin, kendi çıkarları için insanları ulusal kimlikten uzaklaştırma, toplum ve kültüre yabancılaştırıp sömürgeleştirme ideolojisidir 

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593