RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (67)


…Bazı anların, güzel şeyler vaat etmeyen hayat kadrajlarında umut, bağrını yele vermiş, inişli çıkışlı ilkbahar uçurtmalarına benzerdi. Gerçeği kadar renk vermeyen, roman uyarlaması bir filmin, keşke jenerik kahramanları olsaydık diye düşündü Göktuğ. 

 

Hayal kırıklıkları da hayata dairdi ama belirsizlik can sıkıcıydı… Ambargolu nefti azman, sonrası için o an, sanki kendini kriyonik1 olarak dondurmuştu. Defosuna, derdine derman bulunduğunda, “beni uyandırın!..” der gibiydi. 

 

O anlara verdiği resmin akut bitkinliği, öykünün görünenini mutlu sonlara taşıyacak güçte değil gibiydi. Hayat vizesinin, buraya kadarmış diyen efendisi Azrail hazretleri, oraların bir yerlerinden, belirsiz bir karartıyla sanki göz kırpar gibiydi.

 

Umduğunuz gibi gitmiyor diye dünya, düzeleceğe dair de sinyaller vermiyorsa, duyarlı yürekler üzülmesin! Umut ölmeden, hayat ölmüyordu… Döktüğünüz yürek teri, verdiğiniz emeğe direnmesi, hayatın bazen sizi, okumaya alma sessizliğiydi. Gene de umut diyarlarına fazla açılmamak, beklentilerin dozunu ayarında tutmak(!) aklın fişini çekmemek gerekirdi.

 

Dünya coğrafyasında liyakati cehalete; niteliği niteliksizliğe; etiği etiksizliğe katlettiren yöreler, insanlığa ağır yük olurlardı. Siyasetin her şey olduğu oralar ki akıl ve bilimin; bilimsiz siyaset cehaletiyle işgal yediği haritalardı. Oralar ki sektörleşmiş siyasetle birlikte, milli ve manevi değerlerin, bilim, kültür, sanatın, felsefe, edebiyatın endüstrileştirildiği diyarlardı. 

 

Oraların feveranlı siyaset kabzımalları; kamera önlerinden, üfürmeli ekranlardan, gündemli kürsülerden, milletin yamalı kesesinden hiç eksik olmazlardı. Kesintisiz yeni skandallarla güne başlamaların; bedeli canlar yakan ağır sıkıntıların; hakikati yalanla, doğruları yanlışla sarıp sarmalamanın, hamaset pazarlamacılarıydı. 

 

Oraların vatandaşa ev, araba vaadiyle kesintisiz her geleni gideni; oraları huzur, refah, mutluluğa hasret bırakmışlardı. Kurtarıcı olarak seçtiklerine gönlünü açan millet; her gelenin, öncekinden daha beter vurgunuyla yağmalanıp, yoksulluğun Fizan’ını boylamışlardı.

 

Adaleti devletin temeli kıldırmayan ahlakın, hukuku kasten güçsüz bırakma oyunları; oralarda her geçen gün, pıtrak gibi türeyen, fahiş ücret hukuk bürolarının; suçsuzdan suçlu, suçludan suçsuz imalatı, oralardan dünyaya nam salmıştı. 

 

Avukat ithalatına muhtaç, siyasetle komalık oraların, öylesine sektörleşmiş bir hukuk sistemiydi ki; celselerde yıllar yılı hak arayan müvekkil mağdurları, oralarda tuttukları avukata karşı bile, başka bir avukat tutmalara mecbur kalırdı. 

 

İnsanlıktan utandıran her türlü suçun, seri üretim merkezi olduğu oralar; her alanda süregiden çürümeyle dünya kupası alabilir ebatlardaydı. İnsani değerlerle asil durma yerine, yamandığı partiyle kısa yoldan köşe dönmelerin, organize Harami’ye tabyaları, oralarda gün be gün çoğalmaktaydı. 

 

Emperyalist güçlerin hilebaz desteğiyle göstermelik sandıklardan çıkarıp, yukarlara taşıdıklarıyla kendileri dünyevi cennetteyken, oralı dürüst yurttaşların cehennemi yaşamaları, umurlarında olmazdı. Hatta talanına durdukları ülkenin hukuksuzluk, yolsuzluk, yoksullukta dünya birincisi olmasına kataraktlı; ahlak değerleriyle yaşamaya çalışanların, yokluk içinde feryatlarına sağırlardı. 

 

Hayat, cambaz partizanına güzel bir devrandı ki; oralarda dürüstlük, oralarda vicdan, oralarda merhamet neredeyse suç sayılırdı… 

 

Özellikle okuma oranının, yerlerde süründüğü çağ kırsalı oralar; oyun kurucuların, ancak oralarda kurabildikleri şeytanca kurgulardan, şeytanın bile ürküp kaçtığı yörelerdi! Envai çeşit oyunbazlıklarla kitleler, oralarda okumasızlığa uyutulur, cehalet zehriyle afyonlanırlardı. Oralarda dinsel, ırksal, partisel her malın alıcısı, illa ki vardı. 

 

Oyun kurucu İngiliz filozofisi, finansör İsrail lobisi, tetikçi Sam Amca üçlüsü; oldubitti dünya gezegeninin, örgüt örgüt meşrulaşmış emperyal2 jandarmasıydı. Göz koydukları haritalarda; meşruiyet vizesi verdikleri gayrimeşru iktidarlarla, harami egemenliklerinin türlü türlü projelerini, aksaksız gerçekleştirirlerdi…

 

Her bir yana hücreleşen, kudretinden sual olunmaz projelerin; oralarda sövgünden övgün, övgüden sövgün, ederliden edersiz, edersizden ederli üretimleri; oralar siyasetinin işini iyi bilir kerametindendi.

 

Yüksek irtifalarda, ağır inme geçirmiş savaş uçaklarının, on beşle on bin fitler arası, asker efendilerine yaşattıkları hayat; çağ züğürdü diyarlarda, halka yaşattıkları cehennemi, ayakkabı kutularının kayıt dışı cennetinden, banknot bereketli hakkaniyetinden seyreden, saraylı iktidarlar benzeriydi. 

 

Özellikle Tanrıyla kul arasına sızılarak, indirilen din yerine, uydurulan dinciliğin perakende cehalet alım satımları; oralarda saltanatlar lehine, iyi iş yapardı! Hayatın akışında ırksal, mezhepsel ve siyasal ticaretin; mevki, makam, büyük servetler kazandıran coğrafyalarıydı.

 

Dindarlık yerine dindarımsı, insan olma yerine insanımsı görünümlerin, endüstriye dönüştürüldüğü oralar üzerine, bilimsel dünya üniversiteleri, hukuk garabetleri adlı tarihi tezler yaparlardı. 

 

Okumanın, cehaletle uyuşturulmuş coğrafyalardaki algı düzeyini yükseltimde, yegâne panzehir olduğunu, iyi bilen cehalet tüccarları; perakende cehalet satışları, bozulur korkusu taşırlardı. 0ralı diyarların mürteci kesimleri, işte bu yüzden akademik çağdaş eğitime; bilim, kültür sanata; felsefe, edebiyata; hani neredeyse cüzam gibi, suç gibi bakarlardı! 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Dipnot; 

Günümüz Tıp Biliminin, birçok alandaki çaresizliği nedeniyle hastanın dondurulup, bir gün çare bulunduğunda uyandırılma işlemi.

Başka devletler, milletler ve toprakları hem kendileri hem milleti için sömüren, oralara hükümet kıldığı açgözlü tacirlerle egemenliklerinin türlü türlü projelerini gerçekleştirme işgalciliği.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593