AHMET DERYA VARİLCİ


Alevilik Üzerine (4) Kırklar Cemi

Araştırmacı-Yazar


Alevilerin bugün sürdürdükleri, erkânları 12 hizmetin yapıldığı ‘yol’a CEM denir. Toplanarak bu yolun ritüelini gerçekleştirdikleri ibadet mekânı cemevleridir. Cem yalnızca dinsel nitelikli bir toplantı değil, aynı zamanda hem ruhen yenilenme, yıkanma ve hem de toplumsal ve bireysel sorgulanma yeridir. Cem'in kaynağı Kırklar Cemi'dir. Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem'de bulunanların aynı zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem'de bulunanlar birbirlerinden "razı olmak" zorundadırlar.

Ünye’de Sahilköy Mahallesi'nde üç,  Gocuklu Mahallesi'nde bir, Erenyurt Mahallesi’nde iki olmak üzere Ünye’de 6 cemevi bulunmaktadır.

Alevîler, Hz. Muhammed'in son Peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talib'nin ise (Hz. Ali) Veliliğine (ya da İmamlığına) inanırlar. Alevîler, dini ritüellerini (ibâdetlerini) Cemevi'nde yaparlar. Kırklar Cemi denme nedeni, kamil insan olmanın Dört Kapı-Kırk Makam’dan geçerek gerçekleşebileceğine inanmalarıdır. (Halk arasında kırklara karışmak, “ermek” şeklinde dile getirilir.)

Kadir Gecesi'yle bağlantılı olarak üç gün ve Muharrem ayında ise on iki gün oruç tutarlar. Muharrem'den sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar.

İbadet

Alevi inancına göre ibadetin temeli Hz. Ali’ye duyulan sevgiye dayanır. Alevilerin Hz. Ali’ye duydukları derin  sevgi, Hz. Ali’yi son derece ayrıcalıklı manevi bir iklime, makama yükseltilmiştir:

“Lâ-ilâheillallah, Muhammed Resullullah. Aliyyun Veliyullah, Veliyyun Aliyullah” biçiminde şahadet getirmeleri bu inancın sonucudur.  Ali’nin Peygamber’in vâsisi ve imamı, Muhammed’in mürşidi olduğu da ileri sürülür. Kesin olan, Ali sevgisinin, tarihsel gelişim sonucu her şeyin üstünde tutulduğudur. Nitekim, Allah, Muhammed, Ali üçlüsünü bir sayan inanç da bunun sonucudur.

On İki İmam (İmamiye)

Halife seçiminde Ali’yi tutanların bağlandıkları geleneğe göre gerçek imam Ali’dir. Peygamber (Hz. Muhammet) yapılması gerekeni, kimin bu göreve getirileceğini kesinlikle bildirmiştir. İmamlık Ali’den sonra onun soyundan birine, oğluna, sırasıyla torunlarına geçmelidir. (Ehl-i Beyt). Ali, oğulları ve torunları ile, toplam olarak on iki kişidir. İslam dininin ilkelerine gerçekten bağlı kalınırsa, imamlar da bu on iki kişidir. (İsmet Zeki Eyüboğlu, Alevilik-Sünnilik İslam Düşüncesi, DER Yay.1989, s. 50)

Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynelabidin, Muhammed Bakır, Cafer-i Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed Taki, Ali Naki, Hasan Askeri ve son imam Mehdi. On ikinci imam olan Mehdi ölmemiştir, uygun gördüğü bir zamanda ortaya çıkacak ve insanlığı esenliğe kavuşturacaktır.

Alevilere göre “Dört Kapı Kırk Makam” İslam’ın temel öğretisidir, genel kurallar bütünü, Allah'a giden yolda geçirilmesi gereken aşamalar bütünüdür.

Dört Kapı – Kırk Makam

Dört Kapı ve Mertebeleri şunlardır:

  • Şeriat (Bel Kapısı / Mü’minlik Mertebesi),
  • Tarikat Kapısı (Yol Kapısı / Zâhidlik Mertebesi),
  • Hakikat Kapısı (İl Kapısı / Âriflik Mertebesi),
  • Marifet Kapısı (Gök Aman – Yer Ana / Mûhiplik Mertebesi).

Dört kapının her biri 10 makam içerir. Hakikat sahibi olabilmek için, dört kapıdan geçerek, kırk makama ulaşmak gerekir.

Kul, Tanrı’ya Kırk Makam’da erer, ulaşır, dost olur. Bu makamların onu şeriat içinde, onu Tarikat içinde, onu Hakikat içinde, onu da Marifet içindedir.” (Makâlât-Hacı Bektaş-ı Veli)

Dört Kapı’dan geçerek kırk makama ulaşmakla “Kamil İnsan” olunur.

Tasavvuf ehli olmak bu yolculuğun gereğidir.

Bu mistik (gizemli) yolculuğa çıkan yollar, Batıni anlayışıyla döşenmiştir.

Fütüvvet, her tasavvuf ehlinde bulunması gereken niteliklerdendir.

Sufi, derviş yahut mürit olmak, oldukça zorlu bir sınavdan geçmeyi gerektirir.

Ancak, bu meşakkatli yol, biçimsel bir uygulama değildir; öz’e ilişkindir.

İnancı, dört kapıya, kırk makama ayırmak, insanları kurallara boğmak değil, tam tersi sayısız seçenekler sunmaktır. (Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına göre Alevilik, AKY Yay. 1990, s. 35)

Tasavvuf

Tarikatların hepsi, hattâ tasavvufçulara bir reaksiyon olarak meydana gelen Melâmet bile tasavvufa dayanır; hepsinin kaynağı tasavvuftur. Tasavvufun Anadolu’da yayılması da Selçukluların düşkünlük, gerileme devrine, Moğolların akınları çağına ve sonraki dönem küçük beyliklerin kuruluşu zamanına rastlar. Babai isyanı gibi kurulu bozuk düzene karşı tam bir halk ayaklanması diyebileceğimiz isyan, sonradan çeşitli ayaklanmalarla sürüp gider. Sonunda 2 eylül 1341 de (1923) tarîkatlar kaldırılır; tekke ve zaviyeler kapatılır; böylece görünüşte, tarikatlar, Türkiye’de son bulur. (A. Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar)

Alevilerin tasavvuf anlayışı Sünni kesimden farklıdır; var olan her şey, Tanrı’nın zahiri (hayali) görüntüsüdür. Bu görünümler gerçek bir varlığın (Tanrı’nın) bir aynaya yansıyan görüntüsü gibidir. Canlı-cansız her varlık Tanrı’dan bir parçadır. Hallacı Mansur’un Enel Hak (Ben Tanrıyım) deyişini, 922 yılında Sünni din adamları anlayamamış ve onu öldürmüşlerdir.

Batınilik

Tanrı kelamı vahiylerin (Kuran’ın) görünür (biçimsel) anlamından başka, bir de iç (öz) anlamı vardır. Kuran, sadece harflerden oluşan kelimeler ve cümleler topluluğu değildir.Batın (iç anlam), asıl olandır, amaçtır; hakikati ifade eder. İslam’ın şartı olarak ileri sürülenler (namaz, oruç, hac, zekat) ise vasıtalardır. Hakikate, tarikat ve marifet kapılarından ulaşılabilir.

Kur'an bu makama şu ayetle işaret eder: "O, ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. (Hadid, 57/3)

Batınilik ve Tasavvuf

Batıniliğin Müslüman toplumuna tepkisi, bilhassa tasavvuf yönünden olmuştur. Kalenderi, Haydarî, Babaî, Melâmetî gibi tarikatlar, Rûm Abdalları denen zümre, sonunda bütün bunları temsil ederek meydana çıkan Bektâşilik, Erdebil ocağına bağlanan ve Safevîleri meşru’ hükümdar, hattâ îmâm değilse bile İmâm’ın mümessili tanıyan Alevîlik, Bâtınî inançları benimsemiştir. (A. Gölpınarlı)

Batıniliğin iki önemli örneği olarak biri XIII. yüzyılda Babaî Hareketini, diğeri de XV. yüzyılda Rumeli‘de ve Anadolu‘da Şeyh Bedreddin isyanını gösterilebiliriz. (Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderîler, Türk Tarih Kurumu Yay.)

Şeyh Bedreddin’in eseri Varidat; içe doğanı ve insanın gönlüne düşeni (varid olanı) anlatır. Şöyle ki, hak yolcularının her şeyi doğru görüp doğru değerlendirmeleri için onların iç dünyalarında tecelli edeni görmeleri gerekir. İbadet etmekten amaç, ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve kapılmasıdır. Yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış ve oruç tutmuş da olsan hiçbir sevap kazanamazsın.

Fütüvvet

Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nde Fütüvvet, başlangıçta tasavvufî bir mahiyet taşırken XIII. yüzyıldan itibaren içtimaî (sosyal), iktisadî ve siyasî yapılanmaya dönüşen bir kurum olduğu ifade edilir.

Yine Diyanet’e göre Fütüvvet kavramı Sünni tasavvuf çerçevesinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. (Bkz. İslam Ansiklopedisi)

Fetâ sözlükte “genç, yiğit, cömert”; fütüvvet ise “gençlik, kahramanlık, cömertlik” anlamlarına gelir. Tasavvuf kaynaklarında, II. (VIII.) yüzyıldan itibaren önde gelen sûfîlerin fütüvvet kelimesini tasavvufî bir terim olarak kullanmaya başladıkları kaydedilir.

Gerek Horasan’da gerekse Irak’ta fetâ denilen ve en belirgin vasıfları cesaret, kahramanlık, cömertlik ve fedakârlık olan kişilere büyük bir hayranlık duyulmaktaydı.

Genel olarak fetâ ve fütüvvet kelimeleri sûfî ve tasavvuf anlamında kullanılmakla beraber tasavvufta bu terimlerden çok defa sûfîde bulunan fedakârlık, diğerkâmlık, iyilik, yardım, insan severlik, hoşgörü ve nefsine söz geçirme gibi ahlâkî nitelikler kastedilir.

Bu anlamda fütüvvet, bir önceki bölümde (3.Bölüm) bahsettiğimiz gibi Ahi Evran ve Ahilik kurumunun temel felsefesidir.

Kızılbaşlık

Tarih boyunca Alevîler için kullanılan bu kavramın ilk olarak, Şah İsmailin babası olan Şeyh Haydar zamanında ortaya çıktığı görülür. Osmanlı kaynakları bu kavramı, Safevîleri destekleyen Türk boyları için kullanmışlardır.

“Kızıl-başlıkta inanç daha ziyade göreneğe ve ananeye dayanır. Bu bakımdan Alevilerin itikatlarını, ya kendileri ile beraber olup duyarak, görerek anlamak yahut mukaddes saydıkları kitaplarından, deyiş ve âyet dedikleri nefeslerden, yâni dinî ve hece vezni ile söylenmiş, dörtlüklerden meydana gelen şiirlerden istidlâl etmek icap eder.” (A. Gölpınarlı). Yalnız burada, bu şiirlerin, özde kimi ayrılıklar göstermekle birlikte Yunus’a, hattâ Ahmet Yesevî hikmetlerine dek uzanan bir birikimden yararlandığını, Bektaşilikle beslendiğini de belirtmek gerekecektir. Bu nedenledir ki zümre edebiyatlarını sınıflarken Alevi-Bektaşi halk edebiyatı biçiminde bir ayrıma gidilmektedir.

Sonsöz Yerine

Anadolu Aleviliğine kaynaklık eden Safevi Şiası, zamanla özünden sıyrılarak yönetici kesimi temsil eden bir ideolojiye dönüşmüştür. Deyim yerindeyse Sünnileşmiş, günümüz İran toplumunun Şii ideolojisi haline gelmiştir.

Sünni camiada Kızılbaş deyişi  aşağılayıcı bir kavrama dönüşmüştür. Anadolu Alevi toplulukları için “dinden çıkmış”, gayri ahlaki (sapkın) adetlere bulaşmış insanları ifade etmek için kullanılır olmuştur. Ayrıştırıcı bir algıya dönüşen bu çabanın izleri bugün bile sürüp gitmekte, tarihteki örneklerine benzer biçimde kitlesel kıyımlara kadar varmaktadır.

Yakın zamanda yaşadığımız Kahramanmaraş ve Çorum katliamları, Sivas Madımak’ta 33 canın yakılması gibi olaylar, 1300 yıl önce yaşanan Kerbela kıyımını anımsatıyor.   

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593