Sene 1955..
Otobüs ilerlerken pencereden bakıyordu genç adam. Adını sadece heyecan olarak adlandıramadığı garip duygular içinde derin düşünceler yumağıyla yoğrulmuştu bakışları. Lise mezunu olarak ayrıldığı Samsun’a, yıllar sonra yeni açılacak olan kolejin kurucu müdürü olarak dönüyordu.
Öyle ya, ne yapacaktı, nasıl karşılanacaktı? Kendinden önce okulla ilgili hazırlık var mıydı ?
Hiçbir şey bilmeden gidiyordu.
Daha geçen ay yurt dışından dönerken de benzer duygularla girmişti Ankara’ya. Titiz ve çalışkan olması bakanlığın dikkatini çekmiş ve yeni yapılanan maarife yol verecek neferlerden biri olarak Avrupa’ya gönderilmişti. İki yıl boyunca kolejleri gezmek, Avrupa ülkelerinin eğitim programlarını incelemek amacıyla hükümet tarafından görevlendirilmişti.
Şimdi dönüyordu. Kim bilir ne görev verecekti bakanlık, ne yapacaktı, nereye savuracaktı onu hayat, derken şimdi Samsun yolcusuydu ve en azından gideceği vilayeti, yöre insanını iyi tanıyordu.
Samsun’a vardığında takvimler 16 Eylül Cuma gününü gösteriyordu. Akşam olmak üzereydi, bir faytona atlayıp “Samsun Koleji’ne” diye seslendi.
Faytoncu “Beyim burada öyle bir yer yok, sen karıştırmış olmayasın” deyince bir otele gitmesini söyledi.
Ertesi gün cumartesi olmasına rağmen kendinin de mezun olduğu liseye geçti. Önceden tanıdığı arkadaşı olan lise müdürüne yeni açılacak olan kolejle ilgili bir bilgisinin olup olmadığını sordu. Arkadaşı bir gün önce gelen kararnameyle birlikte yazışmaların olduğu bir dosya uzattı.
Dosyada tayin edilen iki yabancı öğretmen, alınacak öğrenci sayısı belliydi ancak okul yeri ve ders alet ve edevatlarına dair hiçbir bilgi yoktu.
Hızlı hareket edebilmek için önce bakanlığı aradı, sonra Milli Eğitim Müdürünü. İşleri hızlı görülsün diye küçük bir oyun oynadı. Milli Eğitim Müdürüne, “Ben Maarif Vekili Hüseyin Celal Yardımcı, ziyaretinize geliyorum” dedi.
Yarım saat sonra müdürlükteydi. Aradaki resmiyet ve ciddiyet Reşat Bey’in yeni atanan kolej müdürü olduğunu söylemesiyle rahat ve samimi bir havaya dönüştü.
Oradan valiliğe geçti. Vali durumu biliyordu, ancak bu zamana kadar bir hazırlık yapılamamıştı. Vali Bey’in en kısa sürede bir yer bulunacağı sözü üzerine oradan ayrıldı.
Okulların açılış zamanı gelmişti ama atandığı okul ortada yoktu.
Boş durmayı sevmiyordu, Eğer bina temini uzarsa bir okulda Fransızca öğretmenliği yaparım diye düşündü. Sonra gelmek üzere olan yabancı öğretmenler aklına gelince “Bir an önce okul binasını bulmalıyım” diyerek kaşlarını çattı,
Vali’nin araması uzun sürmedi. İki gün sonra çağırdı. Merkezde 23 Nisan İlkokulunun olduğu binayı tahsis ettiğini, önümüzdeki sene için ek binalar ve tesisler konusunda yardımcı olacağını söyledi.
Bir hafta sonra binalar teslim edildiğinde genç müdürün sevinci ve heyecanı görülmeye değerdi.
Bina olduktan sonra neler yapılmazdı ki... Bir taraftan binalar temizlenirken, müdür de boş durmuyor, öğretmen, personel ile ders alet ve edevatlarının temini için yılmadan, yorulmadan çalışıyordu. Çalışması karşılığını buluyor ve buldukça okul şekle giriyordu. Bakanlık tarafından atanan iki yabancı öğretmen de gelince onlara da ders planı hazırlattırdı, kitap seçimi yaptırttı.
Bu arada temin edilen malzemeler, sıralar ve okula ait bilumum demirbaşlar tadilatı biten binalara yavaş yavaş yerleştiriliyordu.
Yurtdışında gezdiği kolejlere benzemese de iyi kötü bir okul ortaya çıkmaya başlamıştı. Emeği çoktu, yardım edeni de çoktu. Kime gitse elindeki imkânları seferber ediyordu. Herkes en az onun kadar heyecanını yansıtıyordu konuşmalarında.
Kararname gereği alınması planlanan 60 öğrenci idi ancak nereye sığardı ki.
Hem öğretmen hem de bina ihtiyacını düşününce Milli Eğitim Müdürlüğüne gidip mevcut sayısını 13+13 olacak şekilde revize etmeyi planladığını bildirdi. Milli Eğitim Müdürü de ikna oldu ve toplamda 26 kişi alınmasına karar verildi. Kısa sürede öğrenci kayıtları ve Türk öğretmen tayinleri yapılmıştı.
Zaman geçiyor, eğitim öğretim yılı hızla ilerliyordu. Ekim, Kasım ne olduğunu anlamadan yerini Aralık’a bırakmıştı. Bu arada bütün hazırlıklar tamamlanmış iş okulun açılmasına kalmıştı.
Heyecanla bakanlığı aradı, aldığı cevap hükümetin istifa ettiği ve yeni bakan atanana kadar beklenmesi gerektiği şeklindeydi.
Bekleyecek vakit yoktu, zaten dönemin yarısından fazlası geçmişti. Kaybedilecek bir gün bile yoktu. Israrına karşılık bakanlık “sen bilirsin” cevabını verdi.
Bunun üzerine Bayındırlık Bakanı Samsun Milletvekili Tevfik İleri’yi çağırdı.
Samsun’a ayak bastığından beri neredeyse 3 ay geçmiş ama bu arada yoktan bir okul ortaya çıkarmıştı.
Genç müdür, Reşat Mızrak, o gün çok heyecanlıydı, bakanlığın biraz da zoruyla geldiği Samsun’da müthiş bir iş başarmış, 2 buçuk ay gibi sürede sıfırdan bir okulu eğitim ve öğretime hazır hale getirmişti.
Okulun bahçesine doğru çıktı. Öğrenciler velileriyle birlikte toplanmaya başlamıştı. Öğretmenler, personel herkes bahçeye çıktı, hava soğumaya başlamıştı ama ne yağmur, ne kar ne de güneş vardı, sanki hava da heyecandan ne yapacağını unutmuştu.
Bakanın arabası okulun kapısın önünde durdu. Tevfik Bey seri hareketlerle velilerin ve öğrencilerin arasından geçerek genç müdürün yanına doğru ilerledi. Açılış töreni, saygı duruşu, İstiklal Marşı, konuşmalar derken Samsun semalarına yeni bir okulun, Türkiye’nin sayılı okullarından birinin zil sesleri karıştı.
Genç müdür semaya baktı ve şöyle dedi:
“Biz emeğimizi ortaya koyduk, sözümüzü söyledik. Bundan sonra söz öğrencilerimin, bu okuldan yetişip bu ülkeye var gücüyle hizmet edeceklerin.”
(Samsun Maarif Kolejinin;
“Maariften Anadolu’ya
Anılarla Yolculuk”
kitabından.)
Evet, 67 yıl önce 8 Aralık, 1955, bir perşembe günü, 13’er kişilik 2 sınıfta, 26 yatılı öğrenci olarak başladık.. Kayıt sırasına göre 1’den 26’ya kadar numara verdiler bize. İlk kaydolan ben olduğum için numaram 1 (bir). Numaramı hala gururla taşıyorum.
Bir süre sonra okulumuzun adı değişti, Samsun Anadolu Lisesi oldu. Samsun Maarif Koleji ve Samsun Anadolu Lisesi, 67 yılda nice nitelikli öğrenciler yetiştirdi, ve yetiştirmeye devam ediyor.
Samsun Maarif Kolejinin 67. kuruluş yıldönümünde, Kurucu Müdür Reşat Mızrak ve ekibini rahmet ve saygıyla anıyoruz.
T. Berkay YALIN