… Yirminci yüzyılın şişinen teknolojisinden, Serhan’la Göktuğ’un aldıkları iri yara, şaşılası hakkını fazlasıyla veriyordu. Kırk beş bin fitlerden beri artık uçamayıp, sadece yer çekimine süzülen metal ejderha, katır inadında devam ediyordu. Neresine ne olduğu belirsiz motor, her nedense bir türlü çalışmıyordu.
Belli ki Azrail efendinin keyfi yerindeydi. Belki de çubuğunu bile yakmış, bir yerlerden keyfince olacakları izliyordu... Serhan’la Göktuğ’un öncelikle yirmi beş, sonrasında on bin fitlere bel bağlayışlarına da yoksa kıs kıs gülüyor muydu? Nasıl olsa, göklerinde neler neler yaşandığından habersiz bir dünya, aşağılarda gürül gürül gürüldeyen şakraklığına devam ediyordu. Azrail’in o anlarda usul usul, Serhan’la Göktuğ’a yaklaşan gölgesini, kim nereden bilecek veya bilse ki ne olurdu!..
Hayata tutunmanın, amansız güçlüğüyle didişen, yurdunun ölümüne sevdalı adaklarını bir dinleyelim, dertlerini dileklerini soralım diyesi yok gibiydi Azrail efendinin. Yok, Serhan’ın çocuğu daha 12 saat önce doğmuşmuş; yok efendim henüz adsızmış; yok dünyası babasız, hayatı ocaksız kalacakmış; besbelli ki Hazretin, pek umurunda değildi!
Dünyaca imrenilen Atatürklü yılların, çağdaşlaşma koşuşturmalı tam bağımsızlığı; Atatürk sonrasının, küresel güçler kumandasındaki bazen yerli ve milli bazen de kimlikçi ve dinci geçinen siyasetçileriyle peyderpey işgal yemiş, amansızca talan eylenmişti…
Ütğm. Göktuğ’la kurbanı oldukları saldırgan öykünün genetik benzerliği, Yzb. Serhan’ın aklına o an, Hava Harp Okulu dönem arkadaşı, Yzb. Yıldırım Budan’ı getirmişti. İliklerine kadar sömürdüğü uydularına, zaman zaman ayar çeken Sam Amcanın, direk cana kasteden namlı Ambargosu; Konya-Beyşehir göklerinde, onun başına da benzer bir öyküyü tebelleş etmişti. Uçak çift kişilikti ama görev Test Uçuşu olduğundan, Budan yüzbaşı tekti.
Uçuş Okulunun, son altıncı ayında hem Teğmen Y. Budan hem R. Serhan; göklerin canla başla eğiten emektar öğretmenlerinden, Kur. Yzb. Osman Gedikoğlu’nun öğrencileriydi. Hatta Tğm. Budan, Hava Kuvvetlerinde saygıyla anılan değerli öğretmenlerinin, alın terli emeğini boşa çıkarmamış; Uçuş Okulunu, 1972 devresinin birincisi olarak bitirmek üzereydi ki, yetenekli öğrencilik payına ikincilik düşmüştü.
Pamuktan kalesinin dünya coğrafyasını, kalker tortularıyla ışıttığı kentte doğmuştu Budan. Antik çağlardan beri, şifalı termal suların oluşturduğu dillere destan travertenleri, Roma medeniyetinden kalma Hierapolis antik kenti, ününe ün katmıştı gezegen haritasında.
Yaklaşık beş yaşlarına vardığı bir Cumhuriyet Bayramıydı. Tören alanından geçen savaş uçaklarını, babasının ellerine sıkı sıkıya sarılmış çocukluğuyla izliyordu. Babası ona: “Yavrum ben vatan borcumu, Tayyare askeri olarak ödemiştim” dediği o gün, yavru dünyası babasıyla gururlanmış, yürekten onurlanmıştı. Kusursuz bir coşkuyla başını göklere kaldırarak büyüklenmiş, “Ben de Tayyare askeri olacağım Baba” demişti.
Gerçekti ki devasa sevdalar, iri yüreklerin kutsalı, gözü karalığın harcıdırlar. Hele de çocukluktan gök diyara gönüllenmiş çıkarsız sevdalar, düştükleri yürekleri alaz alaz yakarlar. Bir kez yakalamaya görsün yiğidini! İçin için volkan olur, magma magma lav olurlar… Deliduman ateşlenir, alev alev taşarlar. Fokurdayan püskürtüsü gönülde gürledikçe, hayal hayal kabarır, şimşek şimşek akarlar…
Bir Cumhuriyet bayramında, yavrucak gönlünü kaptırdığı savaş pilotluğu, yurtlandığı sabi bağrını yaman harlamış, yıllar yılı içten içe kavurmuştu Budan’ı. Denizli Lisesi sonrası, Hava Harp Okuluna vardığında, takvimler 1969’u gösterimdeydi... Anadolu’nun uzak diyarlarından yola koyulmuş, göklere sevdalı birçok genci gibi, onun da İstanbul’a ilk gelişiydi.
Günlerce süren yoğun sınavlar neticesinde, eğitimi yaklaşık iki ay sürecek, Eskişehİr-İnönü Paraşütle Atlayış ve Uçuş Deneme Kampına adaylığı hak kazanmıştı. Eleme sınavlarından başarıyla geçtiği zorlu eğitimler sonrası, Kartallar Yuvası Hava Harp Okuluna nihayet dönmüşlerdi. Cumhuriyet Bayramında, yaptıkları toplu yemin töreniyle de canlarını yurduna yürekten adamışlara o da katılmıştı.
Hava Harp Okulu, Uçuş Okulu ve Atış Bombardıman okulu; yer ve gökyüzünde öğrenci olarak geçirdiği ömründen, 6 yıl eskitmiş, eksiltmişti. Akabinde, Hava Pilot Teğmen olarak torbadan çektiği 7’nci Ana Jet Üssünün, zorlu gök görevlerinde yoğrulup durmuştu.
Atlantik ötesinin ambargo belasıyla yurt coğrafyasının bir yerlerinde kalmış, birçok meslektaşının beden parçalarının; Ay yıldızlı tabutlara doldurulup doldurulup, bir şehitlikten uğurlanma törenine, her savaş pilotu gibi, o da sıklıkla katılmıştı.
Acı, hüzün ve sevinçleriyle insana adadığı insan yüreği; bir karınca acısına dahi duyarlı ruhsal dünyasıyla el ele verip, gözlerinden sıklıkla merhamet olarak aktığı günler hayli fazlaydı. İnsan yanı, yurtsever yürekli her asker gibi, yanaklarına sessiz sedasız inen yaşlara kayıtlıydı.
3’üncü Ana Jet Üssü Atış Bombardıman Okulu 131’inci Filo’ya, uçuş öğretmeni olarak atandığı yıl, gencecik bir yüzbaşıydı.
Konya ovası, geçimsiz karakışından yeni çıkmıştı… Dağlarında yer yer kar yığıntıları barındırsa da aşağıların hayat soluyan yerküresi her haliyle, ben artık 1980 ilkbaharına ulaştım diyordu. Mart’ın üçü, haftanın ilk günüydü...
Atış Bombardıman okulunda güncel hayat, kendini çoktan yarılamıştı. Yzb. Budan, o ana dek öğrencileriyle iki sorti uçmuş, günün üçüncü sortisine birlikte çıktığı gök kahraman, 783 seri numaralı bir F-100F’di. Beş ayını, yatalak geçirdiği yeryüzünün teknik operasyonlar sonrasında, göklerde yeniden harbe hazır olabilme testine o gün verilmişti.
Elipsoit ağızlı metal ejder, kükreyerek tırmandığı Konya-Eğridir semalarının, 35 bin (10 bin 700m) fitlerinde seyrediyordu. Eğer şansınıza hava açıksa, gök yükseklerden her bakıldığında, göller bölgesine yerleşmiş hayat, her zamanki dingin, tablosal ahenginde olurdu.
Yaklaşık sıcaklığı, 6000°C olan dünya merkezindeki lavların akışması sonucu, yer kabuğunun 1tektonik hareketlenmeleri, ta 2paleolitik çağda şekillemişti Avrasya dağlarını. Genellikle Kuzey Yarıküredekiler, Atlas okyanusunu Akdeniz’e bağlayan Cebelitarık boğazından başlarlardı.
Gerek deniz tabanına gerekse yerküreye denge olarak konmuş, tüm dağlar gibi Avrupa’nın Alpleri de Türkiye’nin Toroslarıyla kenetlenir; gezegenin en yüksek tepesi Everesti yücesinde taşıyan uzak Asya’nın, koca Himalayaları olur çıkarlardı.
Beyşehir’in, yüksek göklerinden kendini gösteren, Yörük yürekler yaylağı Bolkar Dağları, eski adıyla Bulgar Dağları; Orta Toroslar silsilesini oluştururlardı. Uzak zamanlar ötesinden gelen zirvesi, yine efkârlı yine dumanlıydı. Bağdaş kurduğu güney eteklerinde; ünlü ozan Karacaoğlan, yüreğinin bitimsiz sevdasını, dert ortağı sazının, yine ağlak tellerine akıtıyordu…
Yörü, behey Bolkar Dağı!
Senden yüce dağ olma mı?
Sende yaylayan güzelin,
Yanakları al olma mı?
******
Ana Jet üslerinden, test uçuş sahalarına götürülen her uçağa, pilot efendileri tarafından adeta zulmedilirdi.
Her ne yapacaksa, oralarda yapsın denemeleri; her nasıl yanacak ya da patlayacaksa, zaman o zaman işkenceleri, test uçuşlarının seri tartaklama süreçleriydi.
Nitekim olan olmuş, kokpit arkasının bir yerlerinden apansız kopan korkunç bir gümbürtü, gök hayatın maviye dingin seyrini altüst etmişti. Metalik koca bunak; aniden tekleyen bir kamyonun, şoför mahallindeki sürücüsünü ya da delişmen bir rodeo atının yetenekli binicisini, bir ileri bir geri tepen, şiddetli sarsıntıları içindeydi…
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Dipnot;
1 Yerkabuğunun biçim değiştirmesi sonucu ortaya çıkan yapı
2 Eski Taş Çağı