İBRAHİM HAKAN GÜN


Kırdan Kente Beyin Göçü


Baslik elbette dikkatinizi çekmistir ve “bu ne is, biz beyin göçünü geri kalmis ülkelerden gelismis ülkelere dogru oldugunu biliyorduk, bu da nereden çikti” diyebilirsiniz. Evet, dogru biliyorsunuz, fakat biraz eksik biliyorsunuz. Yillar önce Mugla’nin Ula kazasi ile ilgili arastirmasinda ABD’li bilim Insani Peter Benedict Ula kasabasinin geri kalmasini kirdan kente beyin göçüne baglamis ve kitabinin sonuç kisminda söyle bir tespitte bulunmustur; “Çok bilinenin aksine beyin göçü sadece geri kalmis ülkelerden gelismis ülkelere olmaz. Türkiye gibi gelismekte olan ülkelerde kirsal kesimin geri kalmasinin arkasinda yatan asil nedenlerin biri de kirdan kente beyin göçü yani nitelikli insan göçüdür”.

Simdi konuyu biraz açalim. Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra yogun bir kirdan kente göç süreci yasanmis, bu süreç 1990’larda zirve yaparak, 2000’li yillarda azalma egilimine girse de halen devam etmektedir. 2000’li yillarda göçün yavaslamasi kirin kendini toparlamasi ve geçim sartlarinin iyilesmesinden ziyade, kirda göç edecek “aktif nüfus” kalmamasiyla ilgilidir.

Kirdan kente göç sürecinde etkili olan faktörleri  (her biri ayri bir yazi konusu oldugundan burada ayrintiya girmiyorum); itici, iletici, çekici ve siyasi faktörler olarak dört baslik altinda ele aliyoruz.  Bu süreçler sonucunda da kirlar bosaliyor.

Göçlerle ilgili teorik yayinlarda temel bir madde vardir. O da “göçe katilan nüfus aktif nüfustur (bunun devaminda geride kalan nüfus da pasif nüfustur)”. Burada aktif nüfustan kasit; girisimci, maceraperest, geri gelmeyi düsünmediginden gittigi yerde tutunmak zorunda olan, parasi varsa parasina, yoksa bilgisi veya becerisine, yoksa sagligina ve beden gücüne güvenen, genç dinamik insanlardir. Bilgi ve beceri ile genç ve dinamik olma bir araya geldiginde “aktif beyin gücü” karsimiza çikmaktadir.

Bu kisa açiklamalarin ardindan Türkiye kirlarina gelelim. Ülkemizde kirdan kente göç süreci ile kirlar aktif, genç ve dinamik nüfuslarini sehirler lehine kaybetmektedirler. Bu süreç sonucunda Türkiye kirlari son yillarda büyük bir çöküs yasamaktadir. Biz bu çöküsü tarimsal ve hayvansal üretimimizin düsmesinden ve bu ürünlerin fiyatlarinin bir türlü asagi çekilememesinden, ithalat yoluyla tarimsal ürün açigimizin giderilmeye çalisilmasindan net olarak anliyoruz. Bu arada Hükümetlerimizin de giderek artan sayida çesitli tesvikler, sübvansiyonlar ve daha birçok uygulama ile kirsal kesime destek verdigini fakat ne hikmetse (hayvancilik ve et üretimi örnegindeki gibi) bu tesviklerin bir ise yaramadigini da görüyoruz

Bugüne kadarki; gübre, tohum, ilaç, mazot yardimi, 1000 köye 1000 ziraat mühendisi vb maddi, manevi ve ilmi anlamda tarimsal desteklerden netice alinamamasi, bunlara ilave olarak son yillarda devreye giren; miras yoluyla tarim topraklarinda bölünmenin önlenmesi, devlet arazilerinin kiraya verilmesi, yeni hal yasasi vd. uygulamalardan da olumlu bir netice alinip alinamayacagi hususlari da aslinda tamamen kirdaki “aktif beyin gücü”yle alakali bir durumdur.

Yine bilindigi üzere artik köylü üretecek, Devlet (Tekel) satin alacak asamasi çoktaaan geride kaldi. Artik köylülük yok, (ihtiyaci disinda) arti ürün elde edip bunu pazarlama anlaminda tarimsal üretim ancak çiftçi olmakla mümkün. Çiftçi; topragina bakacak, koruyacak, kimyasallarla onu sömürmeyecek, yetmez, topragini ilanihaye çocuklarina ve torunlarina miras olarak birakacak bir düsünüce yapisina sahip olacak. Bunlar da yetmez; yetistirdigi mahsule talep var mi? Pazar sartlarini arastiracak, içerde (baska bölge ve yörelerde) mahsulüne rakip var mi? Ürettigi mahsulün fiyati, bundan elde ettigi gelir giderini karsiliyor mu? Dis piyasalar ve ithalat rejimi onun mahsulünü etkiliyor mu, bunlari da bilecek. Uzun lafin kisasi köyde kalan kisiler çiftçilik yapmak istiyorsa (çünkü Devlet bunun için tesvik veriyor, destekleme alimlari yapiyor, sübvansiyonlar uyguluyor), bütün bunlari takip etmek, bilmek ve yapmak zorunda. Artik kafasina göre talep olmayan mahsulü yetistirip, pazar bulamayinca da “nerde bu devlet nerde bu millet” deme lüksüne sahip degil.

Simdi soruyoruz? Kirsal kesimde bu isi yapacak “kafasi çalisan aktif nüfus” kaldi mi? Maalesef kalmadi. Kirsal kesimde tabi ki halâ köylü nüfus var. Kim bu köylüler? Gurbetçilik yapmis emekli maasi olanlar, kiytirik tarim ve hayvancilik isleriyle ugrasanlar, tarlasina findik dikip hafta sonlari ya da yilda birkaç ay ugrayanlar, geri kalani geçim tipi faaliyet sürdürenler. 

Esas soru su: Çiftçi nüfus var mi? Yani piyasayi takip eden, arz ve talebe göre üretim yapan, genis topraklarda makine gücüyle birim alandan daha fazla verim elde etmenin yollarini bilen, nihayetinde marketlerle pazarlik edip uygun fiyata tüketiciye ulastiran, kisaca köylerimizde bütün bu becerilere sahip olan, dahasi köyde geri kalanlara da bu yönde önderlik edebilecek, onlari örgütleyebilecek çiftçi nüfus kaldi mi?

Elbette Türkiye genelinde bu tanima uygun bir miktar çiftçi nüfus vardir. Bizim bu sorudan kastimiz Türkiye yüzölçümü ve toplam nüfusuna göre yeterince çiftçi nüfus var mi? Cevap; bize göre “Yok”.

Peki, kirsal kesimde kooperatifleserek, ulusal marketlerle pazarliga oturup mahsulünü degerine tüketiciye ulastirmak için kirsal kalkinmanin motoru olacak çiftçi birlikleri kurarak, buna üye olup birlikte hareket edecek kadar bilinçli çiftçi nüfus bir köyde, birakin bir köyü bir ilçenin bütün köyleri bir araya gelse, böyle bir çiftçi örgütlenmesini gerçeklestirecek sayida kirsal kesimde aktif, kafasi çalisan insan kaldi mi? Cevap; bizce yine “Yok”.

Iste Türkiye’de kirdan kente göçün ortaya çikardigi esas sorun budur; kirin aktif nüfusunu ve beyin gücünü koruyamamasi, bunlari sehre kaptirmasi.

Bu gidis nereye? Kirda aktif nüfusu tutamazsak Türkiye kirlari giderek artan bir hizda; kisi sehirde yazi köyde geçiren emeklilerin, gurbete çikmaya cesareti olmayan pisirik insanlarin, hayatlarini gurbetteki çocugundan gelen parayla sürdüren köylülerin, köylerini dinlenme yeri (yazlik) gibi kullanmaya baslayan sehirlilerin mekâni olacak, asil olan tarimsal üretim hobi olarak yapilacaktir.

Peki, köyde kalan, ya da mevsimlik olarak köye ugrayan böyle bir nüfusla tarimsal kalkinma mümkün mü? Bizce degil. Böyle bir kirsal yapi ile Türkiye’de tarimsal problemler çözülemez, tarimsal üretim arttirilamaz, tarim ürünleri açiginin ithalat yoluyla karsilanmasindan baska çare kalmaz, dis ticaret açigi bir de bu yüzden kapanmaz.

Çare; tarimsal kesim için aktif nüfusu kirda tutarak, bunlarin egitilmesi ve ekonomiye entegre edilmesidir. Tamam köy çocuklarini egitip köye gönderip toplum önderi yapmaya çalisan Köy Enstitülerinin zamani geçti ama aradan bunca yil geçmis, sormazlar mi; “yerine ne koyduk?”. Cevap; yine “hiç”.

Olaya tarimsal üretim açisindan baktigimiz için daha kötü bir durumla karsi karsiyayiz. Nedir o? Su anda biz tarimsal kesimdeki çocuklarimizi da sehirli egitim sisteminden geçiriyoruz, egitim süreci yoluyla kirdan devsirip sehre gönderiyoruz. Yani babalar ogullarina çiftçiligi benimsetemedikleri gibi, devlet de bu ise (zorunlu egitim, tasimali sistem, tarim meslek liselerinin amacindan sapmasi, masa basi çalisan ziraat mühendisleri yetistirmek gibi acayip gerekçelerle farkinda olarak ya da olmayarak) takoz oluyor. Sonuçta çiftçinin çocugu çiftçi degil, sehirde memur ya da isçi oluyor, babasi yaslaninca onu da sehre yanina aliyor, köyler bir de böyle bosalmaya devam ediyor. Sonra da; “ne olacak halimiz” diyerek sorgulamak ve çözüm aramak yerine, memleket bizim degilmis gibi “ne olacak bu memleketin hali” diye kenardan serzeniste bulunuyoruz. Yazik, çok yazik.

Ibrahim Hakan Gün

0530 283 04 01

ibrahimhakangun@gmail.com

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593